21 Mar SULTANAHMET CAMİİ VE MEYDANI
Mavi’nin Tonları
Sultanahmet; birçok medeniyetin filizlendiği yer. Bizans da ilk olarak burada kurulmuş. Bu bölge, geçmişinde yer alan kişi ve olayların yarattığı eserlerle her dönem tarihi çekim merkezi olmuş ve İstanbul turizminin adeta kalbi haline gelmiş. Muhteşem kubbesi ve altı minaresi ile yabancı turistler tarafından “Mavi Cami” olarak adlandırılan Sultanahmet Camii, vazgeçilmez güzelliği ve ihtişamıyla İstanbul siluetinin değişmez bir parçası.
Sultanahmet Meydanı’nın ötesinde, Aya Sofya’nın tam karşısında duran bir mimari mücevher olan Sultanahmet Camii, aralarındaki benzerliklere rağmen Aya Sofya’dan yaklaşık bin sene sonra yapılmış. Mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından Sultan I. Ahmed için 1609 ve 1616 yılları arasında inşa edilen cami altı minareli ilk cami olması nedeniyle şehir siluetini belirgin biçimde değiştirmiş, Suudi Arabistan, Mekke’de bulunan caminin altı minaresi varmış ama insanlar Hz. Muhammed’in Kabe’sindeki kadar çok minare yaptırınca sultanın fazla mağrur olduğunu söylemeye başlamışlar. Bunun üzerine Sultan I. Ahmed Kabe’deki camiye bir minare daha yaptırmış. Günümüzde Adana’daki Sabancı Merkez Camii’nin de altı minaresi var. Bu XVII. yüzyıl başyapıtını sadece “mutlaka görülmesi gerekenler” listesindeki bir tarihi eser olarak düşünürseniz haksızlık edersiniz; Sultanahmet Camii, yapıldığı zamandan beri en önemli ibadet yerlerinden biri olma özelliğini de korumayı başarmış hep.
Dış Özellikler
Sultanahmet Camii, gözlerinize başka şans tanımıyor; altı minaresi ve birçok yarı kubbenin arasına gömülmüş gibi duran devasa kubbesinden başka yere bakmanızı imkansız hale getiriyor. Özellikle akşamları projektörlerle aydınlatılan cami, etrafında uçuşan martıların beyaz şekilleriyle beraber ilahi bir manzara oluşturuyor.
Ziyaretçilerin çoğu bahçeye Aya Sofya’ya bakan kuzey tarafındaki bahçeden girmeyi tercih ediyor. Avlunun batı tarafında Hipodrom’a açılan kapının üstünde asılı bir zincir dikkatinizi çekecek; bu demir zincir, avluya giren padişahı kafasını çarpmamak için eğmek zorunda bırakıyor ve böylece ondan daha büyük Allah’ın varlığını hatırlatıp camiye giren herkesin eşit olduğunun altını sembolik olarak çiziyor. Zinciri geçince, ana girişin üzerinde göreceğiniz kitabe XVII. yüzyıl Osmanlı gezgini Evliya Çelebi’nin babası Derviş Mehmed tarafından yapılmış.
Cami birçok önemli sosyal işlevi olan külliyenin diğer yapıları arasında en önemli parça. Hastane, kervansaray ve mutfak günümüze ulaşmamış ama Sultan I. Ahmed’in Türbesi ve tüm ihmal edilmişliği ile medrese duruyor.
İç Özellikler
Sultanahmet Camii ’nin içi esas itibariyle kare şeklinde yapılmış ve 43 metre yüksekliğindeki kubbeyi desteklemek için ağırlık her birinin çapı beş metre olan dört devasa kolona (fil ayağı) verilmiş. İlk bakışta yabancıların verdiği “Mavi Cami” ismini haklı çıkaracak mavi çarpmaz gözünüze. Bununla beraber, daha yakından incelediğinizde duvarların aşağı kısımlarının 20 binden fazla lale, karanfil, gül ve zambak desenli mavi-beyaz İznik çinisiyle kaplanmış olduğunu ve bazıları mavi vitraylı 260 pencereden giren ışık huzmesinin günün belli zamanlarında mavinin farklı tonlarından oluşan gölgeler yaydığını görürsünüz.
Bütün camilerde olduğu gibi cemaatin namaz kıldığı alan geniş ve ferah tutulmuş. Marmara Adası’ndan getirilen en kaliteli mermerden yapılan mihrap ve minber ise birer sanat şaheseri; mihrap çiçek dolu çinilerle kaplanmış ve servi motiflerinin işlendiği mermerle bezenmiş. Minber ise kabartmalı ve altın yaldız kakmalı tasarlanmış. Padişahın namaz öncesi ve sonrası dinlenmesini sağlayan küçük köşk ilk kez bu camide hünkar mahfiline eklenmiş. Kapılar ve pencere kepenklerinde ise sedef ve fildişi kakmalı ahşap kullanılmış. Tüm bu zarif detaylar arasında, bir zamanlar yağ kandillerini taşımak için tasarlanmış ancak bugün elektrik ampulleri ile aydınlık sağlayan, yere yakın asılmış, muhteşem avize, büyüklüğü ve güzelliği ile çarpıyor misafirlerini.
Sultan I. Ahmed’in Türbesi
Sultan I. Ahmed (1590-1617), 14 yaşında tahta geçen ve 14 yıl hüküm süren Osmanlı’nın genç padişahı, yaptırdığı Sultanahmet Camii ’nin hemen yanındaki görkemli türbede eşi Kösem ve oğulları IV. Murad ve II. Osman ile beraber yatmakta. Çağdaşlarından farklı bir mimari üslubun kullanıldığı türbe, zarif kalem işleriyle bezenmiş, çini ve ahşap işçiliğinin en güzel örnekleri kullanılmış. Çini panoların üstüne yazılmış ayetlerle türbe çepeçevre donatılmış.
Arasta
Geleneksel olarak bir caminin masrafları için gereken para caminin hamamı ya da yanındaki dükkanlardan gelen kiradan karşılanırmış. Sultanahmet Camii’nde ise bu kiralar külliyenin dışında kalan ve resmi olarak Kabasakal Sokağı olarak isimlendirilmesine rağmen, halk arasında Arasta Çarşısı olarak bilinen sokaktaki dükkanlardan gelmiş. Bugün sokak, sahiplerinin daima çay içip sizinle sohbet etmeye hazır olduğu, son derece şık halı, çini ve antika dükkanlarına ev sahipliği yapıyor.
Büyük Saray ve Mozaikleri
Sultanahmet Camii, Palatium Magnum yani Büyük Bizans Sarayı’nın olduğu yerin bir kısmına yapılmış. Büyük Bizans Sarayı, Marmara Denizi’ne doğru inen ve bugün Topkapı Sarayı’ndaki köşkler gibi bir dizi bireysel saray olarak inşa edilmiş. Bu sarayların arasında Sacred ve Daphne Sarayları şu anda Sultanahmet Camii ’nin kapladığı alanda bulunuyorlarmış. Chalke, Magnaura ve Mangana Sarayları Aya Sofya’nın güneydoğusundan denize doğru inen yokuşta yapılmışken, Buceleon Sarayı deniz surlarındaki Ahırkapı yakınında Büyük Saray’ın özel limanının yanında inşa edilmiş.
Bu saraylar kompleksinin yapımını Roma’daki Palatine Sarayı’na karşılık olsun diye 328 yılında Büyük Konstantin başlatmış. Sarayların büyük çoğunluğu 532’deki Nika İsyanı sırasında yıkılmış ancak zamanla imparatorlar tarafından onartılıp genişletilmişler. Altın çağlarında nasıl göründüğüne dair en iyi kaynağımız olan ve sarayların iç dekorasyonlarını da anlatan “Törenler Kitabı” İmparator VII. Konstantin Porphyrogenitus (iktidar dönemi 944-59) tarafından yazılmış.
Büyük Saray’ın hayranlık uyandıran güzelliği yabancı misafirlerce yıllar boyu kaleme alınmış. 1204 yılında IV. Haçlı Seferi şehri vurup onları şehirden sürünceye kadar da Bizans imparatorlarının evi olmuş. Bizanslılar; Latinlerin kurduğu kukla hükümeti devirip 1261 yılında tahta yeniden çıktıklarında, sarayın tamamen harap halde olduğunu görünce, Haliç kıyıları yakınında, Ayvansaray’daki Blachernae Sarayı’na (sy. 000) taşınmışlar. Sarayın toprak altında kalan kısımları hapishaneye dönüştürülmüş. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed’in orijinal sarayın kalıntıları arasında gezinirken XIII. yüzyıl Acem gezgin ve şairi Saadi’nin şu dizelerini fısıldadığı söylenir:
“Örümcek, ağlarını sezarların sarayında örüyordu
Afrasiyab kulelerinde bir baykuş gecenin şarkısını söylüyordu.”
Four Seasons Oteli civarında yapılan kazılarda gün ışığına çıkarılan Magnaura Sarayı’na ait kalıntılar var. Sarayın duvarının bir kısmı Akbıyık Caddesi’nde görülebilir ancak özenli bir restorasyon geçirdiği söylenemez. 1930’larda ve 1950’lerde Arasta Çarşısı’nın altında çıkartılan ve sarayın bugün kaybolmuş ihtişamına dair bir fikir verebilecek olan mozaik Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nde (pazartesi günleri kapalı) korunuyor.
Burada sergilenen ve tarihi en azından Büyük Jüstinyen’in hükümdarlığı dönemine kadar uzanan devasa mozaik zemin, küçük kireçtaşı, mermer, renkli cam, tuğla ve hatta yarı değerli taştan oluşan yaklaşık 75-80 milyon parçadan (tessera) yapılmış. Dini konulara pek rastlanmayan mozaiklerde genel hayattan sahneler canlandırılmış; kaplan vuran avcılar, keçi sağan bir adam, palmiye ağacındaki bir kuşu yakalamaya çalışan bir maymun, kaz güden çocuklar ve ağaçtaki ayı betimlenmiş. Müzedeki en ilginç mozaik sahnelerinden biri bir çemberle oynayan ve ikisi mavili ikisi de yeşilli kıyafetler giymiş çocukları resmediyor. İlk bakışta masum bir detay gibi dursa da, bu renklerle, hipodromda yarışan farklı takımları ve siyaset arenasındaki farklı görüşleri anlatmayı amaçlamış.
Yeraltının Sırları
Londra ve Paris benzeri zengin tarihli şehirlerde olduğu gibi, İstanbul’un merkezinde de önce Ortaçağ, sonra Bizans ve daha sonra Roma şehir kalıntılarına rastlamadan kazı yapmak hemen hemen imkansız gibi. Bunun sonucu olarak da aşağıda adı geçen üç dükkanda olduğu gibi, pek çok bina tarihi kalıntılar üstüne kurulmuş:
Nakkaş Halı (Nakilbent Sokak No. 30, Tel: 0212 516 52 22, www.nakkasrug.com) İznik çinilerinin ve sıra dışı mücevherlerin de satıldığı bu mağaza harika sütunları olan muhteşem bir VI. yüzyıl sarnıcının üzerine inşa edilmiş. Sarnıç bir sanat galerisi olarak da kullanılıyor. Başdoğan Asia Minor Halı (Tel: 0212 516 51 32, Kutlugün Sokak No. 31) Olağandışı bir Bizans kompleksinin üst kat komşusu. Büyük Saray’ın bir parçasıymış. Dehlizleri Albura Kathisma Restaurant’a çıkıyor. Sedir Halı (Mimar Mehmet Ağa Caddesi No: 37, Tel: 0212 516 80 45) ayazması olan, tonozlu bir Bizans şapeli üzerinde yer alıyor. Şapel muhtemelen XI. yüzyıldan kalma Hodegoi Manastırı’na ait. Zemindeki fresklerin de II. Theodosius’un kız kardeşi olan Marina’nın sarayına ait olduğu düşünülüyor.
Alışveriş
Kaftan’da (Nakilbent Sokak No. 33, Tel: 0212 458 54 25, www.khaftan.com) sadece çok çeşitli antik eşyalar değil aynı zamanda, kitaplar, tablolar, eski kartpostallar ve diğer hediyelik eşya çeşitlerini bulabilirsiniz. Orta Asya halıları ve tekstili üzerinde dünyaca tanınmış bir otorite olan Mehmet Çetinkaya’nın (Tavukhane Sokak No: 7, Tel: 0212 517 68 08, www.cetinkaya.com) dükkanı Çetinkaya Gallery koleksiyoncular için bir hazine. Cocoon (Arasta Çarşısı No: 93, Tel: 0212 638 64 50, www.cocoontr.com) aralarında keçeden yapılmış şapkalar ve şalların da olduğu sanatsal parçalar satıyor. Jennifer’s Hamam’da (Arasta Çarşısı No. 135, Tel: 0212 518 06 48 ) Türkiye’nin her tarafından toplanmış çok değişik çeşitlerde lüks banyo aksesuarları bulabilirsiniz.