21 Mar PAŞABAHÇE VE BEYKOZ
Paşalardan Beylere…
Paşabahçe ve Beykoz, Boğaz’ın Asya yakasının kuzey ucuna doğru yer alan iki semt. Her ikisi de çirkin yapılaşmadan fazlasıyla nasibini almış, en büyük teselli ise Beykoz’un arkasındaki geniş ağaçlık alanların şimdilik yerli yerinde duruyor olması. Yuşa Tepesi’ne çıkarsanız harika bir manzara göreceksiniz.
Paşabahçe
Bir zamanlar İncirliköy olarak bilinen Paşabahçe, XVII. yüzyıl ortalarında Deli İbrahim’in sadrazamı Hezarpare Ahmed Paşa’nın dikkatini çekmiş. Paşa burada kendisi için bir yalı yaptırmış. Paşa’nın evine ithafen semt “Paşa Bahçesi” olarak anılmaya başlamış. Meşhur cam fabrikası ise 1934 yılında kurulmuş ve çok değişik ev eşyaları ve dekoratif malzeme üretmeye başlamış. Fabrika başka yere taşındı ama Paşabahçe adı hala yaşıyor ve ürünleri tüm dünyada satılıyor.
Paşabahçe ’nin ana meydanında küçük bir ayazma var. 1894 yılında yapılmış Rum Ortodoks Kilisesi Aziz Konstantin ve Helena biraz ileride, Çağatay Sokağı’nda görülebilir. Her ikisi de genellikle kilitli. Geçmişte Rum ve Ermeni nüfusun olduğu semte özellikle III. Mustafa döneminde birçok cami, medrese, çeşme ve hamam yapılmış. Ana meydandaki modern ve büyük cami ise 1971 senesinde, Sultan III. Mustafa döneminde yapılmış olan ahşap caminin yerine inşa edilmiş.
Beykoz
Etrafı doğal ormanlarla çevrili Beykoz’a ilk olarak kimin yerleştiği bilinmiyor ama yerleşimi 2700 yıl geriye götüren tarihçiler var. Semtin bilinen ilk adı Amikos.Yunan mitolojisinde Amikos, Bitinya halkı Bebryces’lerin kralı; gelen herkesi boks ringine davet eder ve sürekli kazanırmış. Bu yenilmezlik durumu Altın Postu aramaya giden Jason’ın kahramanlarından biri olan Polydeuces’in Amikos’u mağlup etmesine kadar devam etmiş. Yıldırım Bayezid 1402 yılında Beykoz’u almış. O zamana kadar Amikos olan adını “Beylerin Köyü” anlamında Beykoz olarak değiştirmiş (koz Farsça’da köy anlamına geliyor). Kimilerine göre ise isim, ilk Osmanlı padişahı Osman Gazi tarafından komutanlarından Akçakoca Bey’e ithafen verilmiş.
Beykoz Korusu
Paşabahçe ve Beykoz arasındaki bu yoğun ağaçlık alan Abraham Paşa Korusu olarak da biliniyor. XIX. yüzyıldan, Sultan II. Abdülhamid döneminden kalma. Bugün kafeler, çocuk oyun alanları ve küçük tiyatrosuyla bir rekreasyon alanı. Abraham Paşa (1830-1918) inanılmaz derecede zengin bir devlet memuruymuş. Aynı zamanda avcı ve kumarbaz olan bu Ermeni Paşa, Pera’daki ünlü Cercle d’Orient’in de sahibiymiş ve Beykoz’da partiler vermek için kendine bir ev yaptırmış. Daha sonraları borçları yüzünden satıp Büyükdere’deki yalısına çekilmiş. Ev 1937 senesinde tamamen yanınca sonraki yıllarda yeniden inşa edilmiş, günümüzde belediye tarafından restoran olarak işletiliyor.
Beykoz ’un ana meydanı daha çok İshak Ağa Çeşmesi ile tanınır. 10 musluklu bu muhteşem çeşme (bu nedenle bir diğer adı da “10 Çeşme” dir) Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmış. 1746 yılında Sultan I. Mahmud döneminde gümrük müdürü olarak görev yapan İshak Ağa tarafından baştan aşağı restore edilmiş. Sanat tarihçileri tarafından sadece Türk çeşme mimarisinin değil dünyanın sayılı mimari eserlerinden kabul edilen İshak Ağa Çeşmesi, yol seviyesinden aşağıda olduğu için maalesef araçların çarpması yüzünden büyük hasar görmüş. 2008 yılında restore edilen çeşme, biz son gittiğimizde gayet iyi durumdaydı ama bataryaları yoktu!
Çeşmenin yanında Beykoz Camii var. Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmese de, Evliya Çelebi’nin anılarında XVI. yüzyıl işaret ediliyor. İlk yapıldığı görüntüsünden pek bir iz kalmayan ve XIX. yüzyılda onarım geçiren cami ahşap ön cephesi ve yanındaki küçük muvakkithane ile dikkat çekiyor. Çeşme ile koru arasında ana cadde üzerinde eski bir yazlık sinemanın duvarı kalmış, 60’lı, 70’li yılların bir anısı olarak. Şehrin en önemli yazlık eğlencelerinden biri maalesef tarihe karışalı çok oldu. Arka sokaklarda Ermeni Surp Nikoğos ile Rum Ortodoks Aya Paraskevi kiliseleri var. Beykoz’da bulunan Karakulak memba suyu İstanbul’un en lezzetli sularından.
Hünkar Kasrı
Beykoz ’un kuzeyinde tepenin üstünde tüm güzelliği ve vakarıyla mermer bir köşk durur. Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından Padişah Abdülmecid için Sarkis ve Nikogos Balyan’a yaptırılmış. Ancak 1855 yılında başlayan yapım, 1866 yılında tamamlandığı için kasır, Mehmet Ali Paşa’nın torunu Said Halim Paşa tarafından Sultan Abdülaziz’e armağan edilmiş. Mısır’daki Memluk yönetimine son veren, Mısır’ın gerçek yöneticisi olarak kabul edilen Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı başlattığı isyan Rusların yardımıyla bastırılabilmiş, bunun sonucunda da 1833 Hünkar İskelesi Antlaşması imzalanmış Beykoz’da. Anlaşmaya göre Osmanlılar Rus savaş gemilerine boğazlardan geçiş izni vermişler. Fransız İmparatoriçesi Eugenie Hünkar Kasrı’nda kalan değerli konuklardan sadece biri.
Yetimhane ve hastane olarak hizmet verdikten sonra, köşk 1999 senesinde Kültür Bakanlığı tarafından devralındı ve restore edildi. Şu anda kapalı. Geniş bahçesinde deniz kabuklarıyla kaplı bir doğal mağara var. Denizden bakıldığında ağaçlar dolayısıyla bina görünmüyor.
Mareşal Fevzi Çakmak
Beykoz’un ana caddesi burada doğan ve 1922’de Dumlupınar’da Atatürk’le beraber savaşan Mareşal Fevzi Çakmak’ın (1876-1950) adını taşıyor.
Yuşa Tepesi
Gerçekten görülmeye değer bir manzara için yolunuzu Yuşa Tepesi’ne düşürmeniz gerekir. 198 metrelik yüksekliği ile Çamlıca’dan sonra Boğaz’daki ikinci en yüksek tepe olan Yuşa’da İmparator Jüstinyen döneminde yapılmış Aziz Pantaleon Kilisesi’nin olduğu düşünülen yerde küçük bir XVIII. yüzyıl camii var bugün. Camiye hemen yakınındaki XIX. yüzyıla ait güzel bir çeşme arkadaşlık ediyor. Bulunduğunuz yerden Selviburnu ve Macarburnu’nu da izleyebilirsiniz.
Antik çağlarda gizemli 12 metre uzunluğundaki hendeğe Herkül’ün Yatağı adı verilmiş, aslında belki de Lord Byron’un “Don Juan” adlı eserinde söylediği gibi burası “Dev’in Mezarı”dır. Müslümanlar bu uzun türbenin Yuşa isimli evliyanın, mezarı olduğuna inanıyor.
“ Boğaz’ın iki yakası arasındaki suyu seyretmek için Dev’in Mezarı muhteşem bir nokta…” Lord Byron, Don Juan, 1819
Çeşm-i Bülbül
Tarih içinde Beykoz çevresinde cam üretilmiş. Özellikle çeşm-i bülbül tekniği diğer cam işleme sanatlarının önüne geçip günümüze kadar gelişerek ulaşmış. Mavi, yeşil ve kırmızı çizgili cam çubukların erimiş haldeki camın içine yerleştirilmesiyle ortaya çıkan çeşm-i bülbülün hikayesi ilginç. Bu sanat XVIII. yüzyılda bir Mevlevi dervişi ve zanaatkar Mehmed Dede cam işleme sanatını öğrenmesi için Sultan III. Selim tarafından Venedik’e gönderilmesiyle başlamış. Fethi Ahmed Paşa tarafından geliştirilip yaygınlaştırılan sanat, ismini ilk fabrikasının şu anda mevcut olmayan Çeşm-i Bülbül Çeşmesi’nin yanında kurulmasından almış.
Paşabahçe Koyu
1854 senesinde Kırım Savaşı’na katılmak için gelen Fransız ve İngiliz donanmaları Karadeniz’e açılmadan önce Paşabahçe Koyu’nda beklemiş.
Karadeniz’in Kapısı
Anadolu Kavağı
Eminönü’nden kalkan gemilerin yaptığı Özel Boğaz Gezisi’nde son durak Anadolu Kavağı. Karadeniz ve Marmara’nın bağlantı noktasına kurulmuş olan tepedeki büyük Bizans–Ceneviz Kalesi kalıntıları, muhteşem bir manzaradan gelen geçeni seyrediyor. Beykoz’dan ağaçlıklı bir bölgeyle ayrılan bu balıkçı kasabasının ana meydanı Boğaz gezginlerine hizmet veren balıkçı restoranlarıyla dolu.
“Karadeniz’den bir rüzgar esti ve dalgalar Çarpışan Kayalar’a çarptı, geriye mavi köpükler bırakarak.” Don Juan, Lord Byron, 1863
Boğaz’ın iki yakasındaki Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı’nda olduğu gibi, Rumeli Kavağı ve Anadolu Kavağı da birbirine yarenlik eder. Efsaneye göre, Argonatlardan Jason, Altın Postu bulup Karadeniz’in sonundaki Colchis’ten (Bugünkü Gürcistan) döndüğünde şükranlarını ifade etmek için her iki yere de sunak yaptırmış. Zamanla sunakları tapınaklar izlemiş. Asya yakasındaki tapınak, antik Yunan’daki on iki tanrı ve tanrıçaya mabet olmuş. Denizciler Karadeniz’e açılmadan önce burada durup Zeus Ourious’a (İyi Rüzgarların Zeus’u) adaklar adamışlar. Kaleye iskeleden 20-30 dakika içinde çıkıp gemilerin Boğaz’a giriş ve çıkışlarını seyredebilirsiniz.Yokuş ve merdivenler biraz dik, aklınızda olsun. Kale civarında güzel manzaralı kafeler bulunuyor.
Anadolu Kavağı’nın adını bir zamanlar burada yetişen kavak ağaçlarından aldığı düşünülüyor. “Kavak” sözcüğünün “kav” kökünden geldiği ve anlamının da “kapamak, tutmak” olduğu düşünüldüğünde bölgenin ismini, Karadeniz’in Boğaz’la birleştiği yerde üstlendiği “sınır” noktası rolünden de almış olması muhtemel. Bizanslılar bu kaleleri güçlendirip Karadeniz girişinde vergi noktası olarak kullanmışlar. Anadolu Kavağı’nda daha çok teknelerin yanaştığı iskelenin hemen ardında yaşanan hayat gayet sakin, etraf ise balık restoranlarıyla dolu. Meydanda XVIII. yüzyıldan kalma, oymalı Cevriye Hatun Çeşmesi bulunuyor.
Midillili Ali Reis Camii
Anadolu Kavağı’ndaki bu küçük caminin yapımı 1593 senesine dayanıyor. Yaptıran Midillili Hacı Ali Reis, caminin hemen yanında yer alan türbesinde yatıyor. XX. yüzyılda yeniden yapılan binanın mimari pek bir özelliği yok. Bahçesinde birkaç eski mezar taşı bulunuyor.
Yoros Kalesi
Boğaz’ın Asya yakasına, bu kalenin ne zaman inşa edildiğine dair kesin bir kanıt yok ama şehri Bizanslı Palaeolog Hanedanı’nın yönettiği dönemde yapıldığı sanılıyor. İç duvarlardan birinin üstündeki bir haç ve etrafındaki dört “b”nin (“basileus” yani imparatorun “b”si) hanedanın sembolü olduğunu düşünmek mümkün. Anlamı da
“O ki, krallara hükmetmiş, kralların kralı”. 1352’de Cenevizliler kaleyi ele geçirmiş ve gümrük vergisi almaya başlamış. 1452’de Fatih Sultan Mehmed her iki kaleyi de fethetmiş, ancak kullanılmayan kaleler zamanla harabeye dönmüş.
Kalenin adını ya Yunanca “dağ” anlamına gelen “oros” tan ya da “iyi rüzgarlar” anlamına gelen “ourios”tan aldığı düşünülüyor. Günümüzde Rumeli Hisarı çok daha etkileyici görünebilir ancak altın çağlarında Yoros Kalesi onun iki katı büyüklüğüyle Boğazdaki en büyük kaleymiş.
Poyrazköy
Anadolu Kavağı’nın kuzeyindeki yol sizi Anadolu Feneri’ne götürür. Gözetleme kalesinin içinde küçük bir caminin yanında yer alan, 1856’da modernize edilmiş fenerin tarihi 1769’a dayanıyor. Anadolu Feneri’nden önce küçük plajıyla Poyrazköy yer alıyor. Tarihi olarak pek bir şey yok ama yaz aylarında güneşlenmek için ideal yerlerden biri Poyrazköy.
NE YENİR?
Anadolu Kavağı’ndaki balık restoranları kısa bir uğrak yapan ziyaretçilere servis veriyorlar, bu yüzden çok fazla seçeneğiniz olduğunu düşünmeyin. Genellikle ekmek arası balık ya da midye en çok tercih edilenler. Dondurmayı da unutmayın.
Ishak ağa Çeşmesi
On lüleden fışkırıp mermeri oyan sular,
Asırlarca Kerem´in Aslı´yle dertleşmesi.
Mermer bir kalp önünde su kesilmis duygular.
Bir gönül destanıdır İshak Ağa Çesmesi!…
Faruk Nafiz Çamlıbel
Dalyan Balıkçılığı
XVII. yüzyılda Evliya Çelebi’nin renkli anlatımıyla aktardığı dalyan balıkçılığı Beykoz Koyu’nda hala devam ediyor. Dibe çakılan ve üst kısımları suyun üzerinde kalan direklere ağlar geriliyor. Ağlara doğru kovalanan balıklar kapana kısılmış gibi yakalanıyor. Çelebi burada kılıç balığı avlandığını yazıyor, günümüzde ise lüfer ve diğer balıklar tutuluyor. Dalyan balıkçılığı Anadolu Kavağı ve Poyrazköy’de de yapılıyor.
Anlat derdini Marko Paşa’ya…
Anadolu Kavağı’nda donanmaya ait alandaki muhteşem Marko Paşa Köşkü (1814-1888), Sultan Abdülaziz’in başhekimine aitmiş. Kuzguncuk’taki evi günümüzde okul olarak kullanılan Rum doktordan geriye “Anlat derdini Marko Paşa’ya” lafı kalmış. Aslında Paşa derdini anlatanı dinlemez, dinler gibi görünür, bir sonuca bağlamadan lafı değiştirirmiş. Anadolu Kavağı’na gemiyle geliyorsanız bu köşkü denizden izlemek ayrı bir keyif. Kızılay’ın kurucularından olan Marko Apostolidis yaz aylarını geçirmekten hoşlandığı Burgaz Adası’nda ölmüş ve Kuzguncuk’ta gömülmüş.
Çarpışan Kayalar
Boğazdan Karadeniz’e geçiş mitolojik öykülerde de önemli bir yer tutuyor. Antik çağlarda geçitin birbirlerine doğru hareket edip çarpışan ve çıkardıkları sesle geçmek isteyen gemileri korkutan iki büyük kaya (Symplegades) tarafından korunduğuna inanılırmış. Altın Postu bulmak için yola çıkan ünlü denizci Jason, kör kral Phineus’a yardım etmek için burada durmuş. Zavallı kral sürekli saldırıp yiyeceklerini tüketen canavarlar tarafından rahatsız ediliyormuş. Jason ve kahraman arkadaşları bu canavarları bertaraf edince kral da karşılık olarak ona bir ipucu vermiş ve geminin geçişinden önce kayalara bir güvercin göndermesini söylemiş, eğer kuş geçerse gemi de geçermiş. Jason bu öğüde uymuş ve kayalar sadece güvercinin kuyruğunu yakalamışlar. Arkadan takip eden gemi sadece hafif bir hasarla geçmiş.