29 Tem LYON
LYON
Barok ve gotik mimarinin yanı sıra Roma ve Bizans izleri taşıyan eserlere de rastlayacağınız Lyon bir müzeler kenti olmanın haklı gururunu taşıyor. Şehir gerçek bir gastronomi merkezi ve dünyaca ünlü şeflerin hazırladığı yemekleri tadabileceğiniz bir lezzet cenneti.
Fransa’nın güneydoğusunda bulunan Lyon, Sinop’un da kardeş şehri. 8.500 yaşında şehirlerin, 12.000 yıl önce yapılmış tapınakların olduğu bir coğrafyadan gelenler için 2.000 yıllık bir kent heyecan vermez diye düşünenlerdenseniz acele etmeyin çünkü Lyon görülmesi gereken çok sayıda hazineyi bünyesinde gizleyen bir şehir. Lyon, Fransa’nın ikinci büyük kenti ve önemli bir finans merkezi aynı zamanda da tarihi ve sanatı bir arada barındıran bir kültür potası.
Şehrin yıldızları
“Eski Lyon” olarak adlandırılan Traboules, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunuyor. Adını “geçiş” anlamındaki Latince “transambulare” kelimesinden alan dehliz-tünel karışımı yapılar ilk olarak 4. yüzyılda inşa edilmiş. Lyon’un ipek ticaret merkezi olarak kabul gördüğü yıllarda tüccarların mallarını nehirden şehre kolayca nakletmelerini sağlayan bu geçitlerde bugün tarihe dokunup yürüyebilirsiniz. 17. yüzyılda bir kız okulu olarak inşa edilen Lyon Belediye Sarayı sakin bir meydana hareket ve görkem katan bir bina. 19. yüzyılın ikinci yarısında şehre tümüyle hakim bir konumda inşa edilen Fourviere Notre Dame Bazilikasi ise Lyon’un simgelerinden biri haline gelmiş. Köşelerinde kral tacını andıran dört kule ile çevrelenen bu beyaz yapının ihtişamına Roma ve Bizans mimarisi ilham vermiş. Katedral, inşa edildiği yüzyılın başında, Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgınından şehri koruduğuna inanılan Meryem Ana’ya ithaf edilmiş. Mozaiklerin, vitrayların, oymacılık sanatının cömertçe kullanıldığı bina, gece ışıklandırıldığında insanları büyülemeye devam ediyor.
Saint Jean Katedrali, Roma mimarisinden gotiğe geçişin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. 17. yüzyılın ilk çeyreğine ait Trinity Şapeli Barok üslubun temsilcileri arasında yer alıyor. Saint Nizier Kilisesi ise Rönesans detaylarına rağmen gotik tarzı yansıtıyor. Eğer dini mimariye ilgi duyuyorsanız bu üç kilise de görülecek yerler listenizde olmalı.
Pahalı markaları ve lüks restoranları gezilerine dahil etmek isteyenlerin listesinde Rhône ve Saône nehirleri arasındaki Presqu’ile mutlaka olmalı. Şehrin merkezindeki bölgeye verilen ismin anlamı “yarımada”. Burayı sadece lüksün adresi olarak düşünmek haksızlık, Presqu’ile sokaklarında güzelliklerinden hiçbir şey kaybetmemiş tarihi binaları da saklıyor.
Yolu Bellecour Meydanı’na düşenler Avrupa’nın en büyük meydanlarından biriyle karşılaşıyorlar. Ortadaki heykel Fransa kralı 14. Louis’e ait. Meydana açılan sokaklarda ve etrafta bulunan çok sayıda dükkan alışveriş yapmak isteyenleri beklerken, kafeler yorgun gezginlerin soluklanmasına yardımcı oluyor. Bellecour Meydanı daha çok lüks markalardan hoşlananlara hitap ederken eskilere ve antikaya ilgi duyanlar rotalarını Auguste Comte veya Villeurbanne Pazarı’na çeviriyor.
Şehir sahip olduğu bahçeler sayesinde doğa ile baş başa vakit geçirip dünyanın sorunlarını unutmak isteyenlerin ayağına cennetten köşeler getiriyor. Renklerin göz kamaştırdığı, kokuların baş döndürdüğü bahçelerden ilk akla gelen Parc de la Tête d’Or (Altın Baş Parkı). 117 hektarlık alanıyla Fransa’nın en büyüğü olan parkın gölünde tekneyle gezinti yapabilirsiniz. Parkta küçük bir hayvanat bahçesi de var. Buraya kadar gelmişken Parc de la Tête d’Or’un bünyesinde bulunan ve 18. yüzyılda kurulan Jardin botanique de Lyon’u da gezmeyi unutmayın. Bu botanik bahçesinin ev sahipliği yaptığı 15 bin kadar bitkinin arasında yaşı 100’ü geçmiş tropikal bitkiler, et-obur bitkiler, Amazon’da yetişen çiçekler de var. Parc de Gerland ve Parc de Parilly misafirlerinin anılarına güzel renkler, hayatlarına da huzur katan bahçeler arasında bulunuyor.
St. Pierre Sarayı, Louvre Müzesi’nden sonra ülkenin en büyük sanat müzesi. 17. ve 18. yüzyıllarda manastır olarak kullanılan bu görkemli bina, bugün “Güzel Sanatlar Müzesi” olarak hizmet veriyor. Sadece mimari güzelliği bile insanları büyüleyen bina 17. yüzyılda inşa edilmiş ve 70 ayrı salonu sayesinde tarihin her dönemine tanıklık eden objeleri ziyaretçilerle buluşturuyor. Binanın ve sergilenenlerin cazibesine kapıldıktan sonra bahçesini görmeyi ihmal etmeyin.
Klasik anlamda bir müze anlayışından uzak bir sergi alanı için Gallo-Roma Uygarlığı Müzesi’ne uğrayın. UNESCO’nun listesine giren iki dev eser olan amfi tiyatro ve odeon burada yer alıyor. Lyon tarih bilinci çok gelişmiş bir kent, buradaki kazı çalışmaları çok eskiden, 16. yüzyılda başlamış. Gezerken şehir manzarasının tadını da çıkarabilirsiniz. Etrafta göreceğiniz değişik renklerde mermerlerin büyük kısmı orijinal. M.S. 500’lü yıllarda dünyanın farklı yerlerinden getirilmişler.
İlgi duyabileceğiniz müzeler bunlarla sınırlı değil. II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan direniş ve Yahudi tehcirini anlatan Centre d’histoire de la résistance et de la déportation (Direniş ve Tehcir Tarihi Merkezi), tarihi bir binanın ev sahipliğinde şehri tanımak isteyenlere hizmet veren Musèe Gadagne (Gadagne Müzesi) keyifli saatler vaad ediyor. Musèe de Confluences çelik ve camdan oluşan mimarisiyle ilgi çeken binasında insanoğlunun gelişimine dair bilimsel çalışmaların sonuçlarını barındırıyor. 19. yüzyıl sonu Lumière Kardeşlerin dünyayı sinema ile tanıştırdığı dönem olmuş. Onların anısına kendi evlerinde kurulan Musèe Lumière yedinci sanatla ilgilenenleri bekliyor. Bu kadar tarih yeter diyenler için de seçenek var, La Sucrière ve Musée d’art contemporain de Lyon çağdaş eserleri görmek isteyenlere farklı kapılar aralıyor.
Lyon seyahatinizi keyifli bir şekilde sonlandırmak için Saône Nehri’nde bir tekne turu yapın. La Feuillée Köprüsü’ne de güneşin batışını izlemek için zaman ayırın.
Özgürlük Abidesi’nin heykeltıraşı
19.yüzyılın son yıllarına ait olan Fontaine des Bartholdi aynı zamanda Özgürlük Heykeli’ni de yapan Frederic Auguste Bartholdi’nin elinden çıkmış çok güzel bir çeşme. Bartholdi, iç mekaniğini Eyfel Kulesi’ni yapan Gustave Eiffel’in tasarladığı Özgürlük Heykeli’ni aslında Süveyş Kanalı için yaratmış ama heykel Amerikalılara kısmet olmuş.
Sina Yarımadası’nın batısında kalan Süveyş Kanalı, Kızıldeniz’in Akdeniz’e açıldığı kapı ve Mısır için önemli bir gelir kaynağı. Kanalın inşası esnasında yaşanan bir olay tarihimiz açısından çok ilginç. Tam Akdeniz’in girişine konulmak üzere Hıdiv Said Paşa, çevresindekilerin etkisiyle dev bir heykel planlıyor, bunu da ünlü Fransız heykeltıraş Frederic Bartholdi’ye sipariş ediyor. Paranın büyük bölümü ise Sultan Abdülaziz’den çıkıyor. Said Paşa’nın yerine geçen İsmail Paşa böyle büyük bir heykelin halk arasında sorun yaratacağını düşünüp, getirilmesinden vazgeçiyor ve 1869’da büyük törenlerle Süveyş Kanalı açılıyor.
Aradan yıllar geçiyor. Paris’teki Fransız-Amerikan dostluk grubu Amerikalılara bir hediye göndermeye karar veriyor. Bu görevin verildiği Bartholdi, Eyfel Kulesi’ni de yapan Gustave Eiffel ile elinde hazır bulunan heykele son rötuşları atıyor ve heykelin yüzünü de annesinin siluetinden esinlenerek değiştiriyor. 1886’da Süveyş Kanalı’nı yapan mühendis olan ve heykel fikrini ilk ortaya atan Ferdinand de Lesseps’le beraber eserin açılışını yapıyor. Fransızların böbürlendiği, Amerikalıların ise neredeyse ülkenin sembolü haline getirdiği devasa heykel, bugün New York limanının girişini süslüyor. 225 ton ağırlığında ve 93 metre yüksekliğindeki Hürriyet Heykeli’nin tacındaki yedi ışın, yedi deniz ve dünyayı temsil ediyor. Heykelin üzerinde dikkat çekici bir cümle var: ‘Bana özgürlük için yanıp tutuşan yorgun ve yoksul kitleleri verin.’ Benim kafamdan geçen cümlede ise şu yazılı: ‘Eski dünyanın devinden, yeni dünyanın devine, devlere yakışır bir hediye.’