21 Mar KÜÇÜK AYA SOFYA
Jüstinyen’in Küçük Şaheseri
Sultanahmet Camii’ne kısa bir yürüme mesafesinde bir VI. yüzyıl eseri, buna rağmen az bilinen bir yer. Sevimli avlusu sıradışı bir mekana geldiğinizin habercisi gibi. Aya Sofya’nın küçük kardeşinin önünde göreceğiniz harabelerin Bizans deniz surlarının uzantısı olduğunu hatırlatıp gezimize başlayalım.
VI.yüzyılın başlarında, Bizans İmparatorluğu’nun en büyük isimlerinden biri olan Jüstinyen, amcası imparator Anastasius’a karşı isyanla suçlanır ve idamına karar verilir. İmparatorun rüyasına giren azizler Sergius ve Bakhüs yeğeninin hayatını bağışlamasını isterler. Jüstinyen tahta geçtiğinde ilk yaptırdığı kiliseyi, aynı zamanda askerlerin de koruyucusu olduğuna inanılan bu azizlere adar.
Küçük Aya Sofya
Sergius Bakhüs Kilisesi, Arasta Çarşısı’nın arkasından Marmara Denizi’ne uzanan Küçük Aya Sofya Caddesi’nin sonunda yer alıyor. Etrafı boş bir arazinin ortasındaki binanın sık görülmeyen yuvarlağımsı şekli dikkatinizi çekecek. Jüstinyen’in Aya Sofya’dan beş yıl önce, 527’de yaptırdığı Küçük Aya Sofya, İtalya’nın Ravenna şehrinde inşa ettirdiği San Vitale Kilisesi’ne de benziyor.
XVI. yüzyılda kilise, bir minare ve avlunun etrafında yer alan odaların ev sahipliğini yaptığı medresenin de eklenmesiyle camiye dönüştürülmüş. Bu çalışmayı yaptıran II. Bayezid devrinin Kapı Ağası Hüseyin Ağa bu caminin bitişiğindeki türbeye gömülmüş adı da Medresede Yaşar olmuş. 2006 yılında baştan aşağı restore edilen Küçük Aya Sofya sonuçta eski çağlardan kalan paslarından kurtuldu ancak birçok restorasyonun ortak kaderini paylaştı; çeşitli çevrelerin eleştirilerine hedef olurken bazılarının da övgülerini de topladı.
İç Görünüm
Küçük Aya Sofya ’nın dışarıdan görünüşünü çarpıcı olarak bulanlardansanız, bir de içeriyi görün. Kelimelerin kifayetsiz kaldığını ve yüreğinizden sessiz bir alkış koptuğunu hissedeceksiniz. Hüseyin Ağa’nın eklemelerinin bir parçası olan sundurmadan dairesel hissi veren ama aslında sekizgen olan bir nartekse geçeceksiniz. Burası, İstanbul’da bir örneği daha bulunmayan ve belki de yapının en çarpıcı parçalarından biri olan iki katlı yüksek sıra sütunlar ile çevrelenmiş bir narteks. Siyah, yeşil ve kırmızı mermerden yapılmış olan sütunların üstünde Bizanslıların adeta sepet gibi ördükleri sütun başlıkları kullanılmış. Nartekste ayrıca Jüstinyen ve karısı Theodora’nın kiliseyi Aziz Bakhüs’e değil Aziz Sergius’a adadığına dair ilginç bir yazıtı orta bölümü çevrelerken göreceksiniz. Üst kattaki kolonları incelemek isterseniz girişin yanındaki merdivenlerden yukarı çıkın. Bu sayede kilisenin ihtişamlı görünümünü kuş bakışı seyredebilirsiniz. XVI. yüzyılda kilisenin camiye çevrilmesi sırasında binaya mihrap ve mimber eklenmiş. Nefin arkasına doğru, geçmişte vaftiz için kullanılmış olabilecek bir su tulumbası bulunuyor.
Hüseyin Ağa Medresesi
Kilise-camiyi gezmeyi bitirdikten sonra, medreseyi oluşturan odacıkları turlamakta fayda var; burada ebru çalışmaları, çiniler, kakma işli kutular ve Osmanlı tarzı minyatürler yapan sanatçıları görebilirsiniz. Ofislerden biri günümüz Kazakistan’ında doğmuş ve Yeseviye Tarikatını kurmuş olan şair ve sufi Ahmet Yesevi’nin (1093-1166) öğretilerini içeren dergi ve kitapları da satıyor. Tam ortadaki küçük kafe ise hem soluklanmanız hem de güzellikleri beyninize nakşetmeniz için size zaman sağlama görevini üstlenmiş.
Bukoleon Sarayı ve Çatladıkapı
Bizans imparatorluk saraylarından günümüze ulaşabilmiş nadir kalıntılardan biri de Ahırkapı sahilinde yer alan Bukoleon Sarayı (www.byzantium1200.com/boucoleon.html). Çatladıkapı’ya doğru yöneldiğinizde sarayın duvarlarını ve mermer pencere çerçevelerini göreceksiniz. V. yüzyıla dayanan tarihiyle saray, Büyük Saray’ın bir parçasıymış. İsminin sarayı süsleyen boğa (bull) ve arslan (lion) heykellerinden aldığı sanılıyor. İmparator Jüstinyen döneminde restore edilen saray, İmparator Theophilus’un IX. yüzyıldaki hükümdarlığı zamanında denize bakan balkonu eklenerek genişletilmiş. Saray, 1204’deki IV. Haçlı Seferi sırasında Montferratlı Boniface tarafından ele geçirilmiş. Bizans monarşisi tarafından 1261 senesinde restore edilen saray, zaman içinde gözden düşerken Ayvansaray’daki Blachernae Sarayı asillerin gözdesi haline gelmeye başlamış. Osmanlıların 1453’de İstanbul’u fethettiği dönemde tamamen bir harabeye dönmüş olan saray, 1873’de tren yolunun geçmesi üzerine kısmi olarak yıkılmış. Bukoleon Sarayı ile Küçük Aya Sofya arasındaki Çatladıkapı, büyük ihtimalle 1532’deki deprem sırasında hasar gördüğü için böyle adlandırılmış.
ALIŞVERİŞ
Caminin yanında bazı sanatçıların atölyeleri var. İki tanesi gayet ilginç. İkonium (Küçük Ayasofya Caddesi No. 80/2, Sultanahmet; Tel: 0532 698 28 24, www.thefeltmaker.net) geleneksel keçe yapımının değişik örneklerini bulabileceğiniz bir yer. Martı (Küçük Ayasofya Camii Sokak No. 12/A, Sultanahmet; Tel: 0212 458 51 64), keçenin üzerine eski ahşap baskılarla ilginç şekiller yapıyor.
Asker Azizler
Aziz Sergius ve Aziz Bakhüs III. yüzyılda, İmparator Galerius zamanında, Hıristiyan inanışından vazgeçmedikleri için işkenceyle öldürülen ve daha sonra ordunun koruyucu azizleri olan Romalı subaylar olarak biliniyor. Beraberlikleri hakkındaki ihtilaflı yorumlar onların bazı gay topluluklarında ikon olarak kabul edilmelerine neden olmuş. Tarihçilerin bir kısmı bu azizlerin bir zamanlar yaşadığından bile şüphe duyuyor.
Gerçekten büyük mü?
İmparator Jüstinyen’den (483-565) genelde “Büyük” sıfatıyla bahsedilir ve Doğu Kilisesi’nde bir aziz olarak görülür. Dönemin tarihçisi Procopius ise “Gizli Tarih” isimli eserinde “insan formundaki şeytan” tanımlamasıyla çok farklı bir kişilik çiziyor Jüstinyen için… Onu kararsız, kötü, açgözlü ve karısının kölesi bir karakter olarak tanımlıyor. Eşi Theodora’ya layık gördüğü ise “aşağılık fahişe” tanımlaması.