21 Mar KONYA
HER ZAMAN MİSTİK, HER ZAMAN HUZURLU
Şehirlerin de karakterleri olduğuna inanlardanım. Mimarisi, insanların birbiriyle iletişimi, gelenekleri hatta mutfağı o karakterin parçasıdır. Şeb-i Aruz’a doğru yaklaşan Konya da bana göre Türkiye’nin en mistik, huzurlu ve misafirperver kentlerinden biri.
M.Ö. 7 binlerden bu yana yerleşimin olduğu Konya, yüzyıllar boyunca ev sahipliği yaptığı uygarlıklar ile bir “medeniyetler ve dinler beşiği” haline gelmiş. Hitit, Lidya, Pers gibi büyük uygarlıkların yaşadığı Konya, Selçuklu’ya da 2 asırdan fazla başkentlik yapmış. Hristiyanlığın önemli azizelerinden Tekla’ya ev sahipliği yapmış Konya; en önemli azizlerden Pavlus ve Barnabas’ı da misafir olarak ağırlamış.
Farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan Konya’nın bugünü, tarihle modernin harmanlandığı bir yapıya sahip. Ne tarihi dokusuyla öne çıkan bir şehir denebilir ne de sadece bugüne ait olarak tanımlanabilir. Konya’ya gittiğinizde şehre hakim olan muhafazakar hava da hemen hissedilir.
Modern Topluma İlk Adım
Konya’ya gidince görülecek yerlerin başında Çatalhöyük var. Tarih ve arkeoloji meraklıları için büyük bir heyecan kaynağı Çatalhöyük’e ayak basmak. O heyecana sahip değilseniz, gördükleriniz toprak yığınından ibaret gelebilir gözünüze. En güzeli, Çumra ilçesindeki Küçükköy mevkiine doğru yol almadan önce, insanlık tarihinin dönüm noktasına tanıklık edeceğinizi düşünün. Çünkü yolun sonunda varacağınız Çatalhöyük, insanlık tarihindeki ilk yerleşim, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapıların olduğu yer. Mağaralardan çıkıp toplu halde yaşamaya başladıkları yöre burası.
Vahşi Hayvan Korkusu
Çatalhöyük James Mellaart tarafından 1958 yılında bulunmuş. Evler genelde iki odadan oluşmuş ve duvarları birbirine bitişik yapılmış. Bunun etraftaki vahşi hayvanlardan korunmak için özellikle yapıldığı ve kapı yerine damdan girişin de aynı nedenle tercih edildiği belirtiliyor. Samanla karıştırılıp güneşte kurutulan tuğlalar yapıların ana malzemesi olmuş. Hatta benzer evlerin binlerce yıl sonra yapılmış versiyonlarını hala Konya civarında görmek mümkün.
Çatalhöyük’te bulunan kabartmalar, ana tanrıça heykelcikleri, obsidyen denilen siyah cam benzeri volkanik kayadan yapılmış objelerin büyük bir kısmı Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. 1993 yılında tekrar başlayan kazı çalışmalarında bulunan yeni eserler ise Konya Arkeoloji Müzesi’nde.
İlk Saray Külliyesi Örneği
Konya’daki zengin tarihin izlerini sürmek için gideceğiniz tek yer Çatalhöyük değil. Beyşehir Gölü’nün güneybatısında yer alan Kubâd-âbad Sarayı, 1. Alaeddin Keykubad tarafından 1226-36 arasında yaptırılmış. Türklerdeki saray külliyesi örneklerinin en eskilerinden biri kabul ediliyor. Birçok kez kazı çalışmalarının başlayıp durduğu sarayın külliyesinde; renkli camlar, kürkler, alçı dekorasyonlar, sikkeler ve çiniler bulunmuş.
En Eski Kazılar Arasında
Kazı çalışmalarının yapıldığı bir diğer nokta ise Karahöyük. Halen çalışmaların devam ettiği en eski Türk kazıları arasında. Konya merkeze 15 km uzaklıktaki örenyerinde yapılan çalışmalar, civarın tarihinin Asur ticaret kolonilerine kadar uzandığını gösteriyor. Kazılar sayesinde gün ışığına çıkan testi, kandil, fincan, ocak gibi çok sayıda arkeolojik buluntuyu merak edenler içinse adres Konya Arkeoloji Müzesi.
Selçuklu ve Osmanlı Camileri
Konya ’yı camileri olmadan düşünmek mümkün değil. Hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde yapılan çok sayıda cami var kentte. Eğer cami mimarisine meraklıysanız, ziyarete Alaeddin Camii ile başlayabilirsiniz. Anadolu Selçukluları döneminde yapılan Konya’nın en büyük ve en eski camisi. 13. yüzyıldan kalma İplikçi, Sahip Ata, Sadrettin Konevi camilerini de listenize ekleyin. Konya’daki en etkileyici dini yapılardan biri de taşıdığı manevi değer itibariyle Şems-i Tebrizî Camii ve Türbesi; Şems Parkı’nın içinde yer alıyor.
Osmanlı döneminden kalan camiler içinde ise klasik Osmanlı mimarisinin izlerini görebileceğiniz Selimiye Camii dikkat çekiyor. 2. Selim’in Konya Valisi olduğu yıllarda yaptırdığı cami, Mevlana Müzesi’nin hemen yanında yükseliyor. Osmanlı’dan kalma en büyük dini yapı ise Kapı Camii. Konya’nın ortasında tüm görkemiyle yer alan Aziziye Camii ise çarşısının ortasında yükseliyor.
Mevlana Türbesi ve Müzesi
13.yüzyılda, “Gel ne olursan ol yine de gel” demiş Mevlana; çağrısını ayrımsız tüm insanlığa yapmış. Belki de bu engin hoşgörü nedeniyle yüzyıllardır gönüllerde yaşayan bir sevgi timsali. Ve yine belki de bu çağrı yüzünden Konya’daki türbesi yılın her dönemi ziyaretçi akınına uğruyor. 2015 yılında da Ayasofya ve Topkapı’nın ardından Türkiye’nin en çok ziyaret edilen 3. müzesi olmuş.
Bugün Mevlâna’nın türbesine ev sahipliği yapan ve geçmişte de dergah olarak kullanılan yer aslında Selçuklu Sarayı’nın gül bahçesiymiş. Alâeddin Keykubad tarafından, Mevlâna’nın babası Sultânü’l-Ulemâ Bâhaeddin Veled’e hediye edilmiş. “Yeşil Kubbe” adıyla anılan türbe, müze olarak ziyarete açık. Yapıda, eskiden sema gösterilerinin yapıldığı semahane ile bir mescit var. Aynı bahçe içinde, eskiden dervişlerin kaldığı odalar da yer alıyor.
Dergâh eşyaları ve değerli elyazmalarının bulunduğu müzede görülebilecekler arasında; bugünkü kemanların öncüsü olarak kabul edilen sekiz telli keman, sabır taşları ve Galileo’nun asıldığı dönemde astronomi dersleri vermek için kullanılan küre yer alıyor.
Konya Lezzetleri
Konya denince akla gelen ilk yemekler; etli ekmek ve bamya çorbası. Tandırda pişen kuzu ile yapılan çebiç kebabı ve fırın kebabı da şehre özgü lezzetler arasında. Tirit ve kış aylarında bolca tüketilen arabaşı da şehir halkının en sevdiği yemeklerden. Ayrıca Konyalılar, su böreğiyle de çok övünüyor ve özellikle davet sofralarının vazgeçilmezi olarak görüyorlar. Tatlı olarak ise sac arası en meşhur lezzet. Gül böreğine benzer bir şekle sahip ve isteğe göre üzerine kaymak konularak yenen tatlı, eskiden iki sac arasında pişirildiği için bu adı almış. 0332 352 76 23)
Konya Adı
Yaklaşık 4 bin yıl önce Hitititlerin vatanı olan Konya o dönemde “Kuwanna” olarak adlandırılmış. Tarih boyunca birçok farklı ad almış; “ikonların şehri” anlamında “Iconium” da onlardan biri. Bizans İmparatorluğu döneminde “Tokonion, Conia, Cogna, Konien” gibi farklı isimler verilmiş. Araplar ise “Kuniya” demişler. Şehir geçmiş adlarına çok benzeyen şimdiki ismini ise Selçuklu döneminde almış; Osmanlı da aynı adı kullanarak Konya demiş.
Hoşgörünün Evrensel Temsilcisi
Mevlana 1207 yılında bugünkü Afganistan’da doğmuş. Ailesi Moğol istilasından kaçarak Konya’ya sığınmış. Esas adı Muhammed; Celaleddin ise tıpkı babası ve dedesi gibi kendisine verilen lakap. Mevlana “Efendi, önder, rehber” anlamlarına geliyor. Özellikle batı dünyasının onu anmak için kullandığı “Rumi” lakabı ise “Rum ülkesinden; Anadolulu” anlamlarına geliyor; ömrünü Konya’da geçirdiği için verilmiş. Konyalı manasına gelen “Konevî ” ile Hüdavendigâr, Hünkâr, Hazret-i Mevlâna, Şeyh, Molla-yı Rumi ve Hazret-i Pir de onu anmak için kullanılan sıfatlar arasında.
Mevlana’nın hayatı Şems ile tanışınca değişmiş. Ancak müritleri, ondaki değişimden ve Şems ile olan yakınlığından çok rahatsız olmuş ve onu Konya’dan ayrılmaya zorlamış. Şems’in gidişiyle kahrolan Mevlana’nın eskiye dönmediğini gören müritleri pişman olup af dilemişler ve Mevlana’nın oğlu Sultan Veled Şems’i bularak Konya’ya dönmeye ikna etmiş.
Ancak bu geri dönüş uzun sürmemiş ve Şems birkaç ay sonra sonsuza dek gitmiş. Bu gidişe dair görüşler ikiye ayrılıyor; biri Mevlana’nın müritlerinin Şems’i öldürdüğü diğeri de Şems’in bir kez daha Konya’yı terkettiği ve izini kaybettirdiği… Şems’i bir kez daha yitirmek Mevlana’nın hayatını tamamen değiştirmiş; her şeyden elini eteğini çekip kendini şiirlerine adamış ve 25 bin beyitten oluşan Mesnevi’yi yazmış.
Mevlana, ölümü üzüntü değil sevinç olarak gören, Allah’a kavuşmak olarak dolayısıyla düğün günü adlandıran bir anlayışa sahip. 17 Aralık’taki ölüm yıldönümü de “Şeb-i Aruz” adıyla düzenlenen törenlerle kutlanıyor.