21 Mar KANDİLLİ
Son yıllarda adı geçtiğinde büyük deprem geliyor ilk olarak aklımıza. Oysaki önceleri, Kandilli denince Osmanlı’nın en şaaşalı dönemleri, saltanat kasırları, romantik kayık gezileri ve bu gezilerde aşığın maşuka söylediği şarkılar gelirdi. Popüler TV dizilerini buradaki yalılarda çekmek moda olduğundan beri, bu yalılar bir kez daha ilgi alanımıza girdi.
Semtin bu romantik adı almasına dair anlatılan hikaye çok; Bunlardan ikisi Sultan IV. Murad’la ilişkilendiriliyor; söylentinin birine göre padişah burada bir saray inşa ettirmiş ve çevresini kandillerle çevirmiş. Diğer hikaye ise padişahın selvi ağaçlarını kandillerle süslediği şeklinde. Aynı hikayenin bir başka versiyonunda ise, sultandan bir iyilik isteyen bir papazın sultanın bahçesine her akşam bir mum diktiği anlatılır. Bazıları ise kandillerin ilkelde olsa bir deniz feneri oluşturabilmek için burada yakıldığını söyler. Son olarak da, semtin isminin mum imalat atölyelerinin burada çoğalmasından almış olabileceğini söyleyelim. Hikaye seçimini siz yapın.
Bugünkü kirlenmiş ve cılızlaşmış dereye baktığınız zaman, buranın bir zamanlar Anadolu Hisarı’ndaki Göksu Deresi ile beraber XVIII. yüzyılda eğlence düşkünlerinin akın ettiği yerler olduğuna ve Avrupalılar tarafından “Asya’nın Tatlı Suları” olarak anıldıklarına inanmak öyle zor ki… Bozduktan sonra değerini anlayıp düzeltmeyi adet edinmişiz bir kere; burada da drenaj çalışmalarıyla görüntüyü düzeltip kokuyu giderdikten sonra, yapılacak rehabilitasyon çalışmasına bağlamışız umudumuzu.
Küçüksu Kasrı
Küçüksu Kasrı (pazartesi ve perşembe günleri kapalı) Dolmabahçe Sarayı’nı kalabalık ve boğucu bulup da 19. yüzyılda Osmanlı padişahlarının nasıl yaşadığını görmek isteyenler için mükemmel bir yer. Nikagos Balyan 1856-7 yıllarında Sultan I. Abdülmecid için, eski bir ahşap binanın yerine av köşkü olarak yapmış kasrı. Mükemmel korunmuş sekiz odasını gezmek, iddaalı barok uslübünu boğuluyormuş hissi vermeden nasıl zarif kullanılabileceğini gösteren mimarın ve sanatçıların önünde saygıyla eğilme isteği veriyor insana.
Kasr; Küçüksu Deresi’nin kıyısında, nilüferlerle süslü bir küçük bahçenin içinde yer alıyor. Sultan tabii ki kayıkla gelirmiş buraya, belki kestirme olduğu için, belki de binanın ön cephesindeki özenli ve ince bir işçilikle yapılmış süslemeleri görmek için… Günümüzde ziyaretçiler, süsleme işçiliği daha sade arka taraftan alınıyorlar içeri.
İçeri girdiğinizde, varaklarla süslenmiş kubbenin altında atnalı biçimi, görkemli merdivenle üst kata bağlanan bir salon karşılar misafirleri. Zemini ceviz, maun ve kestane parkeyle döşenmiş, üzerine ise muhteşem Hereke halıları ve hayvan desenlerinden ayırt edebileceğiniz İran halısı konmuş odalardaki avizelerin çoğu Bohemya kristali ancak biri İtalya’da yapılmış. Mermer lavaboları ve son derece sade duş kısmı ile banyoya göz atmadan sakın çıkmayın kasırdan. Burası av köşkü olarak tasarlandığı için gerçek bir yatak odası yok, bununla beraber 4.Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel zaman zaman burada kaldığında, üst kat odalarından birine bir yatak koydurup uyurmuş.
Küçüksu Kasrı’nın sultan kasırları içinde en güzeli olduğu yetmezmiş gibi, hemen yanında Boğaz boyunca görülebilecek en güzel çeşme olan ve III. Selim’in annesi için 1807’de yaptırdığı Mihrişah Sultan Çeşmesi de var. Yazarlar ve sanatçılar tarafından güzelliğine övgüler dizdiği, çeşme “Asya’nın Tatlı Suları”ndan gelebilecek sel tehlikesine karşı kendini garantiye almak istermiş gibi bir kaide üstüne oturmuş.
Yalılar
Kandilli yalıları içinde en etkileyicilerden biri Kont Ostrorog Yalısı’dır. 19. yüzyılda Osmanlı sarayında danışman olan Polonyalı Kont Leon Ostrorog için inşa edilen yalı, Pierre Loti tarafından da ziyaret edilmiş, şimdiki sahibi Rahmi Koç. Biraz ilerisindeki Garabet Amira Balyan tarafından XIX. yüzyıl ortalarında, alışıldık tarzın aksine, kadınlar ve erkekler bölümleri aynı plan uygulanarak yapılan Abud Efendi Yalısı ise sadece denizden görülebiliyor.
Tüm Boğaz yalıları içinde en uzunu 18. yüzyılda Sadrazam Mehmet İzzet Paşa için yaptırılan 21 odalı Kıbrıslı Yalısı. Daha sonra Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa tarafından satın alınmış yalı. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın eşi Melek Hanım 1872’de basılan ve günümüzde de satılan “Haremden Mahrem Hatıralar” (detaylar aşağıda) adlı kitabıyla tanınır. Pierre Loti, İmparatoriçe Eugenie ve son Irak kralı Kral II. Faysal yalının misafirlerinden bazıları.
Adile Sultan Sarayı
Sultan II Mahmud’un kızı Adile (1825-98) kocasının, çocukların ve küçük erkek kardeşi Sultan Abdülaziz’in ölümünü görmüş, kendini hayır işlerini adamış acılı bir kadın. Aynı zamanda bir şair de olan Adile Sultan, Balyan ailesini Kandilli’de kendisi için bir saray inşa etmekle görevlendirmiş. 1916 yılında Türkiye’nin ikinci kız okulu olan bina, daha sonraları kız lisesi olarak hizmet vermiş. 1986 yılında çıkan yangında büyük hasar gören okul, Prof. Dr. Türkan Saylan ve arkadaşlarının çabaları ve Sakıp Sabancı’nın katkılarıyla restore edilip 2006’da bir eğitim ve kültür merkezi, ve restoran olarak yeniden açıldı.
Rasathane
İstanbul’un ilk rasathanesi 16. yüzyılda Kabataş’ta kurulmuş. Ünlü bir gökbilimci ve fizikçi olan, bir dönem Semerkant’taki rasathanede çalışıp 1550’lerde İstanbul’a dönen Takiyuddin’in (1526-85) fikriymiş rasathane kurmak. Bununla beraber, ulemanın bu tür şeylerle uğraşmanın bir günah olduğunu söylemesiyle, Sultan III. Murad, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’ya burayı yıkması için emir vermiş. Yıkılan rasathaneden geriye kalanlara bakıldığında ilk rasathanede sekiz farklı aletin kullanıldığını anlıyoruz. Bunun ünlü Danimarkalı gökbilimci Tycho Brahe’nin çalışmaları üzerinde etkisi olduğu düşünülmekte.
Bundan iki yıl sonra Beyoğlunda yeni bir rasathane, Rasathane-i Amire, yapılmış ancak bir süre sonra, bu seferde Maçka’ya taşınmış. En sonunda 1911 yılında İcadiye Tepesi’ndeki şu anki yerine, bir zamanlar Hekimgörmez Sarayı’nın bulunduğu yere nakledilmiş. Sakinlerinin, Hekimgörmez Sarayı’nın üzerine kurulu olduğu tepe bol güneş aldığı için sağlıklı olduğu ve sarayın ilginç ismini buradan aldığı söylenir. O ana kadar herşeyi kontrol altında tutuyormuş ulema, ama bu kez sorumluluk rasathaneye geçmiş. Bugün, Boğaziçi Üniversitesi’nin bir parçası olarak, rasathane Deprem Araştırma Enstitüsü olarak da hizmet veriyor. Rasathane’nin müdürlerinden biri 1999 deprem felaketinden sonra, söyledikleriyle halkın güvenini kazanıp “deprem baba” ya da “derem dede” olarak isimlendirilen Ahmet Mete Işıkara.
NASIL GİDİLİR?
Kandilli ve Çengelköy, İstinye arasındaki vapur seferleri ne yazık ki çok sınırlı (www.ido.com.tr); Küçüksu Kasrı Kandilli’den ya da Anadolu Hisarı vapur iskelesinde kısa bir yürüme mesafesinde. Bunun dışında Üsküdar iskelesinin önünden 15 no’lu otobüse de binebilirsiniz.
Rasathane ile ilgili daha detaylı bilgiye Gülhane Parkı’ndaki İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’nde ulaşabilirsiniz.
Melek Hanım Kimdir?
Rum, Ermeni ve Fransız kökenli bir Osmanlı kadını olan Melek Hanım, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa ile Paris’te tanışmış ve İstanbul’da evlenmiş. Sadrazam eşi olarak çok sık seyahat edermiş. Eşinin yokluğunda hasta oğlunun ölümü üzerine, onu başka bir çocukla değiştirmiş. Ancak bu komploda ona yardım edenlerden biri diğerini öldürünce ortaya çıkan skandaldan ötürü kocası onu boşamış. Gönderildiği sürgünde zamanını kocasından intikam almayı planlamakla geçirmiş ve Osmanlı sosyetesinde bir üst düzey kadının hayatını anlattığı ama haremle pek de ilgisi olmayan, buna rağmen “Haremden Mahrem Anılar” adını verdiği kitabı yazmış.
Gümüş
Abud Efnedi Yalısı, ünlü TV dizisi “Gümüş” ün çekildiği mekan. Başrolünde oynayan Kıvanç Tatlıtuğ Türkiye’nin Brad Pitt’e cevabı olarak nitelendiriliyor. Dizinin Arap ülkelerinde oynamasından sonra çok sayıda Arap turist burayı ziyaret etmeye başlamış.