21 Mar İSTANBUL MODERN VE TOPHANE
Sanatın Kalbi
Birçok eski gravürde yer almasından dolayı, “şehrin en eski semti” olarak anılan Tophane, pek çok açıdan hem güzelliği hem de yaşanmışlığıyla “en eski İstanbul” olarak anılmayı hak ediyor. Bakımsız kaldığı, güzelliğinin değerini bilmediğimiz dönemlerde sanki biraz küskün gibiydi İstanbullulara. Son zamanlarda yapılan restorasyon ve bakım çalışmalarıyla azda olsa gönlü alındı galiba, daha bir gülümser, daha bir barışık bakar oldu.
Tophaneyi gezmeye niyetlendiğinizde “yorgunluk” kavramını evde bırakmanız gerekecek; Boğaz’ın kıyısında Karaköy ve Dolmabahçe arasında yer alan semt inanılmaz tarihi ve kültürel zenginlikler sunmaya hazır sevenlerine. Dolmabahçe Sarayı’na yakın olması nedeniyle padişahların tercih ettiği muhteşem Kılıç Ali Paşa Camii de burada. Farklı dönemlerde farklı yaşam tarzlarına ev sahipliği yapan Tophane, 20. yüzyılda limana yakınlığı nedeniyle kuru yük depolarının bulunduğu bir yerken, son yıllarda bu depolardan birinin kiralanarak İstanbul modern sanat galerisine dönüştürülmesiyle sanatın kalbinin attığı yer oldu. Bir zamanlar İstanbul kabadayılarının da mekanı olan semt, küçük kafelerinde hala onlardan kalan nargile ve tavla kültürünü yaşatmaya devam ediyor.
İstanbul Modern
2005 yılında, eski bir depoda Türkiye’de ilk defa 19. ve 20. yüzyıl sanatına ev sahipliği yapmak amacıyla bir müze açıldı. İstanbul Modern, (www.istanbulmodern.org; pazartesileri kapalı) Boğaz’da Sarayburnu ve Topkapı Sarayı’na hakim manzarası, aydınlık mekanı ile nispeten küçük bir koleksiyonu devamlı, daha büyük fotoğraf ve sanat sergilerine de geçici olarak ev sahipliklerini başarıyla yürüttü. Müzede ayrıca yorgunluğunuzu atıp manzaranın keyfini sürebileceğiniz çok şık bir restoran (ayrıntılar aşağıda) ve bir de hediyelik eşya dükkanı var. Girişteki bahçe, küçük bir heykel bahçesi olarak düzenlenmiş. Çocuklar içinde ayrı bir galeri unutulmamış.
Modern Türk sanatının hak ettiği ilgiyi görmediği bir dönemde İstanbul Modern bu haksızlığı düzeltmek adına çok önemli işler yapıyor. Müzedeki daimi eserlerden bazıları dönem dönem sergiye konmakta, ama bazı bölümler varki onlar hiç değişmiyor. Bunlardan ilki, “İmparatorluktan Cumhuriyete” başlığını taşıyor. Sergide, 19. yüzyıldan 1940’lı yılların sonlarına kadar, resim sanatının zaman içindeki gelişimi ifade ediliyor. Görülmesi gereken önemli resimler arasında, 1891-1910 yıllarında saray ressamı olan Fausto Zonaro (1854-1929) tarafından Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in şehit edilişini anmak için düzenlenen ayinin tasvir edildiği 10 Muharrem tablosu (1909) ve Paris’te sürgünde vefat eden, Sultan Abdülaziz’in oğlu Abdülmecid Efendi (1868-1944) tarafından yapılan, elinde bir Goethe kitabı tutan, divana uzanmış bir kadının tasvir edildiği “Haremde Goethe” adlı eserleri sayılabilir.
İkinci değişmez bölüm “Manzaralar” olarak isimlendirilmiş, ve batı anlayışında yağlı boya tekniğini kullanan ilk sanatçı olan Fahri Kaptan’ın (1857 (?)-1917) Göksu Deresi, ve Kızkulesi gibi eserleri yer almakta. Galerinin üçüncü bölümü ise dışarıda, genellikle de Paris’te eğitim görmüş Türk sanatçılara ayrılmış, bunlardan üçü Şeker Ahmet Paşa (1841-1907), Osman Hamdi Bey (1842-1910) ve Süleyman Seyyid (1842-1913). Tüm bu sanat eserlerinin arasında belki de en çarpıcı olanı İbrahim Çallı’nın (1882-1960) Prens Adaları’nda modern giyimli kadınları çizdiği ve çağdaşlığın İstanbul için hiç de yeni olmadığını kanıtlayan resimleridir. Bu tablolardan bazıları Batı sanat modasının etkisi altındaydı; Hamit Görele’nin (1900-1980) Orman Perisi adlı eserinde Picasso ve Cezanne’nin etkisi görülebilir.
Müzenin bir odası sanatçıların kendi portrelerine ayrılmış. Bu bölümde Üsküdarlı Şeker Ahmet Paşa’nın (1814-1907) geleneksel tarzdaki tablosundan Ergin İnan’ın (1943 – -) karışık teknikle çizdiği portresine kadar çok sayıda değişik çalışma görülebilir.
Daha büyük olan ana galeri, “Kadınlar ve Kimlik” temasına ayrılmış ve Nuri İyem’in (1915-2005) “Köylü Kadınlar” ve Nurullah Berk’in (1906-92) “Örgü Ören Kadınlar” tablolarının da aralarında olduğu bir çok nadide eseri barındırıyor. Natürmortların sergilendiği kısımda Orhan Peker’in (1927-1978) balıkçıları resmettiği etkileyici tabloları görmek mümkün. Soyut sanat kısmında İstiklal Caddesi’ndeki evi müze olan Burhan Doğançay (1929–) ile bir Türk diplomatın eşi olan ve eserleri dünyanın önemli birçok galerisinde sergilenen Fahrelnissa Zeid’in (1901-1991) tabloları özel ilgiyi hak ediyor.
Istanbul Modern’de aşağı kata inen merdivenler bile bir sanat eseri; Monica Bonvicini’nin “Cehenneme giden merdiven” adını taşıyan bu eseri sekizinci İstanbul Biennal’inde sergilenmişti. Bir çeşit “radikal feminist vandalizm” olarak tanımlanan eser, iki kat arasında geçişi sağlıyor.
Geçici sergi bölümlerinin yanında, alt katta sanat kütüphane ve sinema da var. Kütüphane ve sinemanın arasındaki koridorda bulunan ve Richard Wentworth tarafından yapılan bir çalışma dikkati çekiyor; zemin katının tavanından yüzlerce kitap sallandırarak yapılan ve “Sahte tavan” adı verilen bu düzenleme, ilk olarak 1995’de dördüncü İstanbul Beinali’nde sergilendi.
İstanbul Modern’den ayrılmadan önce bahçedeki 19. yüzyıldan kalma küçük saat kulesini mutlaka inceleyin.
Perşembeleri giriş ücretsiz ve müze akşam saat 20.00’ye kadar açık. Rehberli turların Perşembe ve Pazar günleri saat 15:00 ve 17:00’de düzenlendiğini hatırlatalım.
Kılıç Ali Paşa Cami
Tophane tramvay durağının tam karşısındaki Kılıç Ali Paşa Camii 1580 yılında Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa (1500-1587) tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. İtalyan asıllı olan Ali, korsanlar tarafından esir alınıp bir süre tutsak kaldıktan sonra özgürlüğünü kazanıp korsanlık yapmış, sonra Turgut Reis’in yanında donanmaya katılıp, İstanbul tersanesinde çalışmış. Daha sonra Trablusgarp’ın yönetiminin verildiği Paşa, 1571’de Osmanlının yenilgisiyle son bulan İnebahtı savaşına katılmış. Esir aldığı gemilerle birlikte İstanbul’a dönen ve Kaptan-ı Deryalık verilen Kılıç Ali Paşa daha büyük gemilerin inşaası için kolları sıvamış.
Kılıç Ali Paşa’nın, “bütün denizler senin, karada ne işin var?” diyen ve arazinin Paşa’ya verilemesine karşı çıkan bürokratlar yüzünden denizi doldurarak inşa ettirdiği rivayet olunan camii, 90 yaşındaki Sinan tarafından büyük ölçüde Aya Sofya model alınarak ancak taşıyıcı sistemi Ayasofya’dan çok farklı olarak yapılmış. Türbe, medrese ve hamamdan oluşan bir külliyeye sahip camide İznik çinilerinin en güzel örneklerini bulabilirsiniz. Türbenin sağlam olduğu külliyedeki medrese maalesef kapalı duruyor, hamamsa bakıma alınmış durumda.
Tophane Çeşmesi
Kılıç Ali Paşa Camii’nin karşısında muhteşem güzellikte, barok tarzda yapılmış çeşme, Sultan I. Mahmud tarafından 1732’de inşa ettirilmiş. Klasik Osmanlı tarzından Batı tarzına geçiş döneminin en güzel örneklerinden biri olan çeşmeyi süsleyen meyve ve çiçek motifleri birbirinden farklı birer natürmort. Taş işleme işçiliğinin en zarif örneklerini görebileceğiniz Tophane Çeşmesi, kenarlarda oymalarla süslenmiş sarkıtlarıyla 18. yüzyılın ilk yarısının tüm özelliklerini taşımakta. Aynı yüzyılın ortalarından çıkan bir yangında büyük hasar gören çeşme 1957’de yeniden yapılmış. Son yıllarda bir bakım daha geçiren Tophane Çeşmesi, yeniden bölgenin yıldızı haline geldi.
Tophane (Tophane-i Amirane Binası, Dökümhane)
Orijinal dökümhane 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmış, II. Beyazıd zamanında da genişletilmiş. Roma İmparatoru ile girişeceği savaş için mühümmat depolamaya ihtiyacı olan Kanuni Sultan Süleyman ise burayı tamamen yıktırarak yerine daha büyük bir tophane binası yaptırmış. Bugün gördüğünüz çok kubbeli yapısına ise 1803’de III. Selim zamanında kavuşmuş. Mimar Sinan Üniversitesi olarak hizmet veren binanın tepesinde göreceğiniz iki küçük top binanın tarihini simgeliyor.
Bitişiğindeki küçük yapı dönem dönem sanat sergileri için kullanılıyor. Hemen yan taraftaki Cihangir’e kadar uzanan kalıntılar ise o dönem tophanenin yanında bulunan kışlaya ait.
Tophane Kasrı
Sultan Abdülmecid (1861-76) tarafından günümüzdeki İngiliz Konsolosluk binasının da mimarı olan William James Smith’e 1852’de yaptırılmış. Padişahların askeri birlikleri denetlemesi sırasında kullandıkları bir mekan olan Kasr, şu anda Mimar Sinan Üniversitesi’nin bir parçası. İki katlı kasrın dış yüzey süslemeleri, barok tarzı ve tavan işçiliği göz kamaştırıyor. Padişahların yabancı devlet adamlarını kabul ettiği kasr, birçok konferans ve toplantıya ev sahipliği yapmış, Lozan Antlaşması sonrası Boğazlar Komisyonu da burada toplanmış.
Nusretiye Camii
III. Selim zamanında yaptırılan ahşap caminin ünlü Firuzağa yangınında yok olmasından sonra aynı yere Sultan II. Mahmud’un Ermeni mimar Krikor Balyan’a (1764-1831) yaptırdığı camii, barok ve ampir tarzının çok hoş bir karışımı. Yapımı 1822-1826 yılları arasında sürmüş olan camiinin döşemesi de mermer. Barok uslubunun egemen olduğu ve benzerlerine göre çok daha ince uzun olan minareler, inşa edildikten hemen sonra yıkıldıkları için yeniden yapılmak zorunda kalmışlar. İçinde hünkâr mahfili olan camilerden olan Nusretiye, minberinde ve kubbe eteğinde yer alan hatlar ile de övgüyü hak ediyor. Geleneksel cami bahçe düzenlemelerini bir kenara bırakan Balyan, bu cami için Dolmabahçe Camii’ni de hatırlatan bir tarz benimsemiş.
Caminin yanıdaki sebil aslında yolun karşısında yapılmış ama zaman içinde gerek duyulan yol genişletme çalışmalarından ötürü taşınmış. Üzerindeki muhteşem hatlar Yesarizade İzzet Efendi’ye ait.
Molla Çelebi Camii (Fındıklı Camii) ve çevresi
Kıyı boyunca Dolmabahçe Sarayı’na doğru yürümeye devam ederseniz, 1856 yılında Sultan Abdülmecid’in kızları için yaptırdığı, daha sonraları Meclis-i Mebusan Binası olarak kullanılan ikiz sarayları göreceksiniz. Cumhuriyetin ilanından sonra ise Ulusal Kongre Sarayı olarak kullanılan bina bugün Mimar Sinan Üniversitesi’ne ev sahipliği yapıyor. Biraz daha ilerlediğinizde ise 1561-62 yıllarında Mimar Sinan tarafından Kadı Mehmet Efendi için yapılan Molla Çelebi Camii’ne rastlarsınız. Sinan’ın altıgen camilerinden biri olan Molla Çelebi Camii, kalem işleriyle bezenmiş minber ve mukarnaslı mihrabıyla klasik tarzdaki camiilere güzel bir örnek. Günümüze ulaşamayan okul ve hamamıyla beraber aslında bir külliye olarak tasarlandığı bilinmekte.
Caminin hemen yanındaki Hekimoğlu Paşa Çeşmesi 1732’de yapılmış. 2008 yılında restore edilen çeşme Tophane Çeşmesi’ni hatırlatıyor. Yolun tam karşısındaki sebil ise, 1787 yılında Sultan I. Abdülhamid’in sadrazamı Koca Yusuf Paşa tarafından yaptırılmış. Şu anda orada bulunan küçük bir kafede bir yorgunluk molası verebilirsiniz. Dolmabahçe’ye istikametinde yürümeye devam ederseniz Taksim’e doğru çıkan yolun caddeyle kesiştiği yerde ikinci bir sebil daha görürsünüz. 1741’de Hacı Mehmet Emin Ağa tarafından yaptırılan sebilde kendi türbesi de bulunmakta, ailesinden kişiler de hemen yan taraftaki mezarlıkta yatmaktalar.
NASIL GİDİLİR?
Sultanahmet veya Kabataş’tan tramvaya binip, Tophane, Fındıklı veya Kabataş duraklarından birinde inebilirsiniz.
GECE HAYATI
Günümüzdeki Tophane, yan yana sıralanmış olan ve insanların nargile keyfi yapabilecekleri küçük kafelerle dolu. Bir çoğunda tavla ve çay keyfini yerdeki yastıkların üzerinde yaşayabilirsiniz. 1990’lı yılların ortasında genellikle yaşlı ve orta yaşlı erkeklerin kullandığı nargile, günümüzde, değişik çeşitleriyle gençlerin de ilgi alanına girdi.
Eğer müzelerden hoşlanıyorsanız;
Doğançay Müzesi
Osman Hamdi Bey Müzesi
Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi
Satralistanbul da görmenizi öneririz.
Cervantes İstanbul’da Çalıştı mı?
Don Kişot’un dünyaca ünlü yazarı Cervantes, Kılıç Ali Paşa Camii’nin yapımında çalıştı mı? Cervantes’in 1751 yılındaki İnebahtı Savaşı’nda yaralandığı ve Osmanlılar tarafından esir alındığı, camideki bazı elişininde O’na ait olduğu öne sürülmekte. Bununla beraber, genel kanı, Cervantes’in bir süre hastanede kaldıktan sonra askerlik hayatına geri döndüğü şeklinde.
Sebil nedir?
Osmanlı döneminde gelip geçen yolcuların yararlanması için su veya şerbet doldurulmuş sebiller, self-servis çeşmelerdi genellikle camiilere bitişik yapılırdı.
The Nargile – a User’s Guide
In the mid-1990s it looked as if smoking a nargile was on its way out, something only old men did in dingy, smoky tea houses where never a woman would go. But in the 2000s smoking a water-pipe has become the height of fashion again, and a whole new generation is now as familiar with the jargon of the hubble-bubble as a Seattle resident is with the labels for a latte.
Ağızlık – the mouthpiece
Gövde – the glass body of the pipe which holds the water that filters the smoke
Köz – charcoal
Lüle – the tray on top of the gövde where the charcoal and tobacco are placed on a ceramic plinth
Marpuç – the tube that connects to the tray on top of the gövde
Nargile sütlü – with milk replacing the water to give a smoother smoke
Sipsi – personal plastic mouthpiece
Tömbeki –special tobacco used in nargiles. Often flavored with fermented fruit juice.
Tongs? –makas?
İstanbul Bienali
1987 yılından beri, her iki yılda bir, İstanbul modern sanat toplantılarına ev sahipliği yapıyor. Hem iç mekanlarda, hem de dış mekanlarda yapılan bineal, şehrin her tarafında karşınıza çıkabilir.