05 Ağu SURLAR
İSTANBUL’UN SURLARI
Kara Surları 1 – Yedikule’den Edirnekapı’ya
İstanbul’un en etkileyici tarihi eserlerinden olan surlar, Bizans İmparatoru Theodosius ve ardılları tarafından inşa edilmiş, Fatih Sultan Mehmed’in fetihten sonra yaptırdığı eklemelerle bugünkü heybetine ulaşmış. Marmara Denizi’nden başlayarak Haliç’e doğru gittiğinizde, zaman içinde kaleye dönüşen Yedikule’yi görecek ve İstanbul gezinizin en etkileyici manzaralarından birini yakalama fırsatı bulacaksınız. Edirnekapı’ya gidene kadar çok sayıda sürpriz çıkacak karşınıza.
Bizans, bugün Topkapı Sarayı olan yerde kurulmuş küçük bir kasaba ile etrafını çeviren ve türlü saldırılara dayanabilmiş surlardan oluşuyormuş. 196 senesinde şehri alan İmparator Septimus Severus yıktırmış şehrin duvarlarını, ancak oğlu Caracalla babasını yeniden inşa edilmesi konusunda ikna etmiş. Suru 500 metre daha batıya kaydırarak şehrin büyüklüğünü ikiye katlamışlar. Ne yazık ki, ne ilk yapılan orijinal surlardan ne de Severan Hanedanı’nın yaptığı surlardan günümüze ulaşan olmamış.
324 senesinde İmparator Büyük Konstantin, Bizans’ı yeni başkent ilan etmiş ve adını Nova Roma (Yeni Roma) koymuş. Nova Roma’yla ilgili büyük projeleri varmış imparatorun. Şehri geliştirmek için başlattığı imar planları ise oğlu ve halefi Konstantius tarafından tamamlanmış. Kenti çevreleyen ve Severan Hanedanı zamanında yapılmış olan surları daha da batıya kaydırarak inşa ettirmiş Konstantin. Böylece eskisine göre dört ya da beş kez daha büyüttüğü şehrin bizzat çizdiği planları bugün bile Sultanahmet Meydanı ve çevresini gezenlerin hayranlığını kazanıyor.
413 yılında İmparator Theodosius surları bulundukları yerden 1,5 kilometre daha batıya yaparak bugünkü konumuna kavuşturmuş. 447 depreminden sonra Hun İmparatoru Attila’nın yaklaştığı haberinin ardından tek duvarlı surların yetersizliği farkedilince surların önüne ikinci bir duvar ve hendek eklenmiş. 740 yılındaki depremden sonra İmparator III. Leo surları baştan başa tamir ettirmiş. İmparatorların XI. yüzyılda Blachernae Sarayı’na taşınmasıyla, sarayın etrafındaki duvara 13 yeni burç ilave edilmiş. Surlar 1509’daki depremden sonra büyük bir tadilattan daha geçirilmişler.
Şehrin savunması aralarından bir yol geçen iç ve dış duvarlardan oluşan surlar ve önlerindeki hendeklerle sağlanmış. Yaklaşık olarak her 55 metrede bir kule inşa edilmiş. Asker ve siviller kulelerin arasındaki kapılardan geçiş yapıyorlarmış. Genellikle yolun sonundaki yerin veya çevredeki önemli binaların adıyla anılan kapıların ismi çok sık değiştirildiği için bugün bile isimler üzerindeki tartışmalar sürmekte. Haliç’te gerili olan ağır zincirler ve şehrin denizden kuşatılmasının zor olması yüzünden imparatorlar sahil surlarını çok güçlü yaptırmamışlar. bugün Sarayburnu, Cibali, Fener ve Balat civarında sahil surlarının kalıntılarını görebilirsiniz.
Surlar tarihlerinde sadece iki kez geçilebilmiş; ilki 1204 senesinde Haçlı Seferi’nde, ikincisi de Fatih Sultan Mehmed ve ordusunun İstanbul’u aldığı 1453 Kuşatması sırasında.
Sahil surlarının bir kısmı yol genişletme veya tren yolu yapma çalışmalarına kurban edilmiş. Kara surlarının ve Marmara denizi boyunca uzanan Propontine surlarının restorasyonu 1953 senesinde, İstanul’un fethinin 500. kutlamaları kapsamında başlamış. 1980’li yıllar boyunca surların Yedikule ve Belgradkapı arasındaki bölümü eski taş işçiliğine önem vermeden yeniden inşa edildi, tarihi doku ciddi hasar gördü. Son zamanlarda yapılan hızlandırılmış çalışmalar sonucu ortaya özensiz bir restorasyon çıktı ve 2006 yılında surlar üzerindeki çalışmaların ikinci bir incelemeye kadar durdurulmasını öneren UNESCO’nun haklı eleştirilerine zemin yarattı.
Surların sık sık Theodosian olarak tanımlanmasına rağmen, II. Theodosius surlar yapılırken henüz yedi yaşında bir çocukmuş. Surlar aslında onun naibi Anthemius’un eseri.
Kara Surları -2 Topkapı’dan Ayvansaray’a
Topkapı ve Ayvansaray arasında uzanan kara surları, havaalanı yolu ve banliyö tren hattının geçtiği güney kısmındaki kara surlarından daha az ilgi görür.Önceleri Hipodrom’daki (At Meydanı) saraylarında yaşayan Bizans imparatorları, XIII. yüzyılda surlara bitişik Blachernae Saray Kompleksi’ne taşınmışlar. Kompleksten bugüne gelebilmeyi başaran Tekfur Sarayı, XVIII. yüzyılda kaliteli çini ve seramiklerin üretildiği yer olmuş.
Tekfur Sarayı’nın arkasındaki kara surları VII. ve XII. yüzyıllar arasında yeniden inşa edilmiş. Bu yüzden de daha önceki Theodosius Surları’nın nerede bitip nerede başladığını anlamak pek mümkün değil. Sarayın arkasındaki, dokuz kule ve bir de kapıdan oluşan surlar Manuel Komnenus (1143-80) hükümdarlığı döneminde yeniden inşa edilmiş. Daha sonra II. Isaac Angelus (1185-95), II. Andronicus Paleologos (1282-1328) ve VIII. John Paleologos (1445-48) dönemlerinde yeni surlar ilave edilmiş. Blachernae Sarayı’ndan Haliç’e doğru uzanan surlarsa iki bölümde inşa edilmiş. İç surlar 627 yılında İmparator Heraclius tarafından 627 yılında, Avarlar ve Perslere karşı koyabilmek, dış surlar ise İmparator V. Leo tarafından 813 yılında Bulgarlara karşı korunmak için inşa ettirilmiş.
Sulukule
Sulukule adını geçmişte bu civardan akan Lycus Nehri’nden alıyor. 2008 yılında Topkapı ve Edirnekapı arasında kalan bu bölgenin yeniden yapılandırılma kapsamına alındığı ve Roman halkın buradan başka yere taşınması gerektiği açıklandı. Sulukule o günden sonra gündeme oturdu, kamuoyunun ilgisini çekti. Bu projeye karşı çıkarak bölgenin dünyadaki çingenelere ait en eski yerleşim birimi olduğunu söyleyenler, bu yerleşimin Fatih Sultan Mehmed zamanına dayandığının altını çizdiler ve olayı rant kavgası olarak nitelendirdiler. Öte yandan projenin destekleyicileri, Sulukule’deki müzik ve dans mekanlarının 1992 yılında kapatıldığını ve semtin önemini kaybedip bir “şehir içi varoşu” haline geldiğini öne sürdüler. İşin doğrusunun ne olduğu artık önemli değil, “Rusya’dan Sevgilerle” isimli James Bond filmine de mekan olan Sulukule’de binalar çoktan yıkıldı, yaşayanlar yerlerinden yurtlarından oldular.
Edirnekapı
Altıncı tepenin üstündeki Edirnekapı 77 metre ile tüm İstanbul’a tepeden bakan, şehrin en yüksek noktası ve Fatih Sultan Mehmed’in 1453 yılında at sırtında şehre girdiği kapı. Bazen Charisius Kapısı olarak da bilinen kapı, batısında yer alan geniş mezarlıktan ötürü Porta Polyandrium (Mezarlık Kapısı) olarak da isimlendirilmiş.
Emin Baba Tekkesi
Edirnekapı’da yolun karşısına geçtiğiniz zaman göreceğiniz Emin Baba Tekkesi, konak tarzı Bektaşi tekkelerinin en güzel örneklerinden. Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından Bektaşi tekkelerinin kapalı olduğu dönemde onarılması, Bektaşiliğin gücünü göstermesi açısından önemli. 1997 yılında yeniden inşa edilen tekke, arka bahçesindeki mezarlıkta bulunan gri mezar taşlarıyla da ilgi çekiyor.
Eğrikapı
Bizanslılar döneminde burada atlar için nal (kaligae) yapılan bir yer varmış. İmparator Manuel Komnenus bir kapı yaptırınca adı “Porta Kaligaria” olmuş. Buradaki Eğrikapı adını kendi eğriliğinden değil, Eyüp Sultan’ın yeğeni Hazret Hafız’ın türbesi dolayısıyla, yolun eğrilerek devam etmesinden almış. Hazret Hafız’ın VII. yüzyıldaki Arap Kuşatması sırasında öldüğü sanılıyor. 1453’te Türklerin çoğu bu kapıdan şehre girmiş.
1939 yılına kadar bu kapının yanında, Bizans döneminden bu yana Yahudiler tarafından kullanılan bir mezarlık varmış. Buradaki mezar taşları günümüzde Hasköy Mezarlığı’na (sy. 000) taşınmış. Surları geçip soldan aşağı doğru yöneldiğinizde yüksek bir duvarın arkasında XIX. yüzyıl Rum Ortodoks kilisesi olan Panayia Suda’yı görürsünüz. Kilisenin içinde sinir hastalıklarından muzdarip olanlara iyi geldiğine inanılan ayazma var. Cemaat kalmadığından kilise hep kapalı, o yüzden ayazmayı görme şansınız yok gibi.
Soldaki kapıdan dışarı çıktığınızda Belgrad Ormanları’ndan getirilen suyun iki son toplama noktasından biri olan Sinan’ın yaptığı, Kırkçeşme Maksemi’ni göreceksiniz. Maksem 2009 yılında restore edildi. Son toplama yerlerinden ikincisi ise Taksim Meydanı’nda anıtın arkasında.
Tekfur Sarayı’ndaki Atölye
Bizanslıların saraylarını birçok binadan oluşan kompleks tarzında inşa etme gelenekleri burada da bozulmamış. XIII. veya XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Tekfur (Porphyrogenitus) Sarayı, yanıbaşındaki Blachernae Saray kompleksinin önemli bir parçası olarak yapılmış. Porphyrogenitus “mor ya da porfir rengine doğmuş” demek. Mor kraliyet rengi olduğu için bu Bizans imparatorları için de kullanılan bir tanımlama. Mermer ve tuğla ile yapılan sarayın dış yüzey süslemeleri iyi durumda. Yıllardır bitmeyen restorasyon dolayısıyla içeri girmenin mümkün olmadığı binanın terkedildiği yanlızlık insanın içini acıtıyor.
Saray Türkçe’de Tekfur (İmparator) Sarayı olarak tanınmış. Sarayın ilginç bir öyküsü var. Fetihten sonra bir süre zürafa gibi dğişik hayvanların olduğu küçük bir hayvanat bahçesi, sonra da genelev olarak kullanılmış. 1791 yılında çini ve seramik üreten bir atölye olarak yeni hayatına başlamış. İznik fırınlarında üretilenlere göre daha düşük kalitede kabul edilse de, bu seramikler bugün bile çok değerli. Örneklerini İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki Çinili Köşk’te (sy. 000) görebilirsiniz. XVIII. yüzyıl sonlarına doğru çini üretimi durdurulup, bina düşkünler evine dönüştürülmüş. Robert Koleji (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) kuran Cyrus Hamlin, 1860’larda okulu saraydan geri kalan bölümde kurmayı bile düşünmüş.
İvaz Efendi Camii
1580’lerde yapılan caminin geleneksel bir cümle kapısı yok. Ana girişin üstünde Mimar Sinan tarafından yapıldığı yazılı, ama Sinan’ın tezkerelerinde adı geçmediğinden yine de mimarı hakkında kesin konuşulamıyor. Blachernae Sarayı’nın kalıntılarının üzerine inşa edilen caminin tek minaresi kıble duvarının köşesine yapılmış; mihrabı ise harika İznik çinileriyle donatılmış. Kazasker İvaz Efendi’nin aslında bir külliye olarak yaptırdığı eserden geriye sadece bir çeşme ve bahçesinde İvaz Efendi’nin de yattığı hazire kalmış.
Blachernae Sarayı
Haliç kıyılarında kara surları ve deniz surlarının birleştiği yere yakın bir yerde bulunan Blachernae Saray kompleksi 500’lü yıllarda İmparator Anastasius tarafından yapılmış. Adını yakınlardaki çok saygı duyulan bir ayazmadan alan saray, ayazmayı ziyaret eden imparatorluk ailesi tarafından kullanılmış. XI. ya da XII. yüzyılda hanedan Sultanahmet’teki Büyük Saray’dan buraya taşınınca geniş ölçüde yeniden inşa edilmiş. 1204 yılından 1261’e kadar süren Latin İşgali döneminde Büyük Saray virane bir halde bırakılmış ve imparatorlar burayı sürekli olarak kullanmaya başlamışlar. Batılı yorumcuların arkasından ağıtlar yaktığı görkeminden ne yazık ki bugüne çok az şey ulaşmış: Tekfur Sarayı, tepedeki birkaç yapı, Anemas Zindanı ve II. Isaac Angelus Kulesi.
Civardaki Ayvansaray (Eyvan Sarayı) semti adını görünüşe göre saraydan almış. “Ayvan” Farsça bir çeşit kemerli niş anlamına gelen “eyvan” kelimesinin bozulmuş hali.
Anemas Zindanı
Blachernae Saray kompleksinin bir parçası olan bu hapishane, birçok tutsak ağırlamış. Bunların arasında burada öldürülen imparatorlar II. Isaac Angelus ve IV. Alexius Angelus da var. Orijinal binada, zindanın üç kata dağılmış, 42 hücresi varmış. Girit Adası’nın Arap emirinin soyundan gelen Michael Anemas XII. yüzyılda İstanbul’a mahkum olarak getirilmiş. Cesur davranışları sayesinde Bizans imparatorunun saygısını kazanmış. Anemas, Alexius Komnenus’a karşı bir ayaklanmaya karışmış. Sakalları yolunarak paçavra kıyafetler içinde, sokaklarda gezdirilme cezasına çarptırılmış. Şanslıymış, imparatoriçe ona acımış ve kocasına onu kör yapmaması için yalvarmış. Anemas, adını taşıyan zindana atılmış. Zindan 2009 yılında restore ediliyordu. İnşallah biter.
Sayılarla Surlar
Kara ve deniz surlarının toplam uzunluğu : 20
Mermerkule’den Blachernae’ye kadar surların uzunluğu : 6.5 km
İç surların yüksekliği : 12 mt.
İç duvarların genişliği : 5 mt.
Dış duvarların yüksekliği : 8.5 mt.
Kapı sayısı : 81
Kule sayısı : 96 (dış duvar) + 96 (iç duvar)
İç ve dış duvarlar arsındaki mesafe : 15-20 mt.
Hendeğin eni : 20 mt.
Hendeğin derinliği : 10 mt.
Aynen yedi tepe üzerine kurulu İtalya’daki “orjinal Roma” da olduğu gibi, yedi tepenin üstüne kurulmuş “Yeni Roma” da da kara surları şehre bitişik yapılmışlar.