LONDRA SİMGELERİ

LONDRA SİMGELERİ

Tower Bridge

Londra Kulesi’nin önünde olduğu için buraya “Kule Köprüsü” deniyor. Baskül köprü türündeki en ünlü köprülerden biri. 1894’te kullanıma açılmış. Köprü iki yürüyüş yolu ve bir araba yoluyla birbirine bağlanmış olan iki kuleden oluşuyor. Londra’nın doğusunda ticaretin büyümesi nedeniyle nehrin iki yakasını birleştirmek için yeni bir köprüye ihtiyaç duyulmuş. Aslında 1870 yılında su altından geçen ve sadece yaya trafiğine açık bir tüp geçit yapılmış ama yetersiz kalmış. Köprü eğer bildiğimiz klasik köprülerden yapılsa gemilerin limana geçişleri sorun olabilirmiş . O yüzden 1876 yılında bir köprü proje yarışması açılmış. Yarışmanın sonucunda, Horace Jones’un projesi kabul edilmiş. Yapımına 1886 yılında başlanmış ve 8 yılda bitirilmiş. “Tower of London” ile uyumlu olması istendiği için, Viktorya döneminin gotik tarzında yapılmış. Köprü yılda yaklaşık 1000 kez açılıyor.

London Bridge

Londra Köprüsü 1750 yılına kadar Thames Nehrindeki tek köprüymüş. Köprünün bugün bulunduğu yerde önce M.S. 60’larda Romalılar tarafından bir köprü inşa edilmiş. Tahtadan bir köprü ile Thames Nehri’nin iki yakası ilk kez birleştirilmiş. Yani nehrin iki yakası bir araya gelmiş. London Bridge’ den Thames Nehri boyunca ilerlerken Southwark, Blackfriars, Waterloo, Charing Cross ve Westminister köprülerini de göreceksiniz.

Waterloo Bridge

Thames Nehri üzerindeki Waterloo Köprüsü 1817 yılında açılmış. Adını İngilizlerin ünlü zaferi Waterloo’dan alıyor. 370 metre uzunluğunda. Londra’nın Güney Southbank tarafını Somerset House ‘un bulunduğu Kuzey Londra’ya bağlıyor.

Tower Of London

Londra Kulesi aslında bir kale fakat ismini sınırları içindeki 1078 yılında I. William tarafından yaptırılan Beyaz Kule’den alıyor. Çoğu zaman Beyaz Kule diye tanınıyor ama kule birçok diğer bina, korunma duvarları ve hendeği ile kocaman bir kompleks aslında. Burası bir kale, kraliyet sarayı ve hapishane olarak yapılmış. Sadece bu amaçlarla kullanılsa neyse. Bunun dışında idam ve işkence merkezi, devlet hazinesi, hayvanat bahçesi, cephanelik, darphane ve gözlemevi olarak da değerlendirilmiş. Kulede İmparatorluk Tacı’nın bulunduğu Taç Mücevherleri bölümü, St. John Şapeli, Ulusal Silah ve Zırh Koleksiyonu ile Hainler Kapısı var. Kısacası Kraliyet tarihi için doğru yerdesiniz. Kale 1066 yılında Hastings’de sağlanan zafer sonrasında yeni fethedilen bölge üzerinde kralın gücünü göstermek amacıyla inşa edilmiş. Kralın siyasi düşmanlarının hapsedildiği, işkence edildiği ve öldürüldüğü bir yer olarak kullanılmış. Ayrıca krallara ev sahipliği de yapmış. Hisarları ilk başta geçici olarak tahtadanmış. Sonrasında White Tower yani Beyaz Kule ile değiştirilmiş. Kaledeki hisarların en eskisi Beyaz Kule. 1097 yılında tamamlanan bu kısım o dönemde 27.4 metre uzunluğu, 4.6 metrelik genişliğiyle en yüksek yapıymış. Duvarları Kral III. Henry döneminde beyaza boyanmış. Dört köşesinde bulunan yapılar ise gözetleme noktası olarak kullanılmış. Tower of London özellikle 13. yüzyılda genişletilmiş. Yıllar içinde kaleye  20’ ye yakın  kule eklenmiş. Önce Beyaz Kule’nin etrafına iki tane savunma duvarı inşa edilmiş. Sayarsanız iç duvarın 13, dış duvarın 6 tane kulesi olduğunu göreceksiniz. Bu kuleler politik suçluları hapsetmek için kullanılıyormuş. Tower of London’ın en çok gezilen bölümü kraliyet ailesinin  mücevherlerinin sergilendiği “Crown Jewels” bölümü. 17. yüzyılda,  II. Charles  kral olduğunda halka açılmış.  Mücevherlerin büyük bir kısmı 1660 yılından kalma. Daha eski mücevherlerin çoğu Oliver Cromwell zamanında hasar görmüş. Burada 2800’ den fazla  değerli eser sergileniyor. Jewel House yani Mücevher Evi’nde bulunan en değerli mücevher 530 karatlık Afrika’nın İlk Yıldızı diye Türkçeleştirebileceğimiz First Star of Africa. 1837 yılında Kraliçe Victoria için yapılan taç, her yeni kral ya da kraliçe başa geçtiğinde tören için kullanılıyor.

Borough Market

1000 yıllık bir pazar. Gurme gıdalar satan 100’den fazla tezgah var. Et, balık, sebze, peynir, ekmek, kahve, envai çeşit kekler, tatlılar… Londralıların haftalık taze gıda alışverişlerini yaptıkları pazar aynı zamanda ziyaretçiler için de bir ziyafet seçeneği olabilir. Buradan alabileceğiniz taze ekmek, çeşit çeşit peynir ya da diğer lezzetlerle nehir kıyısındaki banklara oturarak güzel bir piknik yapabilirsiniz. Bridget Jones’un günlüğü filmini izlediyseniz Londra’nın bu bölümü size çok tanıdık gelebilir. Filmin ana karakteri Bridget, Borough Pazarı’na komşu Bedale Caddesi üzerinde bir apartman dairesinde yaşıyordu.

Royal Exchange

1565 Thomas Gresham tarafından kentin ticari merkezi olması amacıyla kurulmuş. Gresham mimari  tasarımda Belçika, Antwerp’de gördüğü bir borsa binasından esinlenmiş. 1571 yılında İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth tarafından açılmış ve başına Royal yani kraliyet sıfatı verilerek onurlandırılmış. Bina 1666 yılında çıkan Büyük Londra Yangını’nda hasar görünce, Mimar Edward Jerman tarafından tasarlanarak 1669 yılında yeni bir yapı  olarak inşa edilmiş ama 1838 yılında çıkan bir başka yangında yanmış. Royal Exchange’in Ticaret Merkezi niteliği 1939 yılında kalkmış. Görüyorsunuz, bina bugün lüks bir alışveriş merkezi olarak kullanılıyor. Royal Exchange’den St. Paul Katedrali’ne giderken İngiltere Bankası Bank of England, Lonca binası Guildhall ve Ceza Mahkemesi olan Central Criminal Court’un da önünden geçebilirsiniz.

Bankside

Yol üzerinde göreceğiniz, Shakespeare’s Globe ünlü yazarın yaşadığı dönemin tiyatroları örnek alınarak yapılmış. Burada yüzyıllar öncesine yolculuk yapıp bir oyun seyretmeniz mümkün. Underglobe denilen bölümde yazarla ve eserleriyle ilgili detayları öğrenebilirsiniz. Nehir kenarında yürümeye devam ettiğinizde sol tarafta Tate Modern Sanat Müzesi’ni göreceksiniz.

St. Paul Katedrali 

110 metre yüksekliğindeki kubbesiyle ihtişamlı bir görünüme sahip olan St. Paul, Christopher Wren isimli mimarın en önemli eseri. St. Paul nereliymiş biliyor musunuz? Tarsus. 1710 yılında tamamlanan barok kilise Tarsus doğumlu azize adanmış. Winston Churcill’in 1965’teki cenaze töreni ve Lady Diana ile Prens Charles’ın 1981’deki düğün töreni de bu kilisede gerçekleştirildi. Roma’daki St. Piyer Kilisesi’nden sonra ikinci en yüksek kubbeye sahip olan yapının mimarı da St. Paul’un içinde gömülü, mezar taşında ise “Okur, Wren’in anılarının peşindeysen etrafına şöyle bir bak” yazıyor. St. Paul yani Aziz Pavlus’a adanan ilk kilise Covent Garden Meydanı’nın mimarı tarafından yapılmış. Eser 1633 yılında tamamlanmış. 1666 yılında bütün şehri etkisi altına alan Büyük Londra yangını önüne gelen her yapıyı yok etmiş. Herkes eski St. Paul Katedrali’nin avlusuna koşmuş. Burayı  yangından etkilenmeyecek, güvenli bir sığınak olarak görmüş. Bu yüzden yangın yayılmaya başladığından itibaren insanlar değerli mal ve eşyalarını buraya getirmiş. Normal alanları eşyalar ile dolu olan katedralin bodrumu da Paternoster Meydanı’ndaki kitapçı ve basımevlerinin tıka basa istiflenmiş stokları ile doluymuş.  Alevler katedrale ulaşarak onarım için bulunan tahta iskeleyi, iskeleden sıçrayanlar da ahşap çatı kirişlerini tutuşturmuş. Daha sonra katedralin kurşundan yapılmış çatısı erimeye başlamış, ardından kitap ve kâğıt stoklarının bulunduğu depo da alevlere teslim olmuş. Katedral kısa sürede içindeki tüm stok ve değerli eşya ile birlikte bir enkaza dönüşmüş. İlk kiliseden geriye ne kaldığı tam olarak bilinmese de en azından girişteki kolonların orijinal olduğu söyleniyor.

Hristiyanlık tarihinde önemli bir rolü olan Aziz Pavlus’un doğduğu Tarsus’ta adını taşıyan bir kilise ve kuyu bulunuyor. Kilisenin, M.S. 11-12. yüzyıllarda inşa edildiği tahmin ediliyor. Tarsus, Aziz Pavlus’un doğum yeri olması ve İncil’de de Tarsuslu Paul olarak geçmesi nedeniyle Hristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim.

Kleopatra Dikilitaşı

Mısır’ın bu antik dikilitaşı M.Ö. 1460’ ta Mısır firavunu III. Thotmes tarafından Heliopolis antik kenti için yaptırılmış. Dikilitaşın iki yanında iki bronz sfenks var. İskenderiye’ den 1878 de İngiltere’ye getirilmiş. 180 ton ağırlığında, 21 metre yüksekliğinde. Kırmızı granitten yapılmış. 2. Dünya Savaşı’nda aldıkları hasarları sfenkslerin üzerinde görebilirsiniz. Bu dikilitaşın benzerlerini Paris Concord Meydanı’nda, New York Central Park’ta ve İstanbul Sultanahmet’te var.

Big Ben Saat Kulesi

“Big Ben” aslında Londra’daki saat kulesinin  13,5 ton ağırlığındaki çanının adı. Kule, St. Stephen Kulesi olarak adlandırılıyor.  Ama  halk  Big Ben adını çok sevmiş, tüm yapı  için kullanmış. Big Ben dört taraflı bir saat, eski Westminster Sarayı 16 Ekim 1834’teki  yangında hasar gördüğünde sarayın yenilenmesi sırasında yapılmış. Victoria Gotik stilinde ve 96,3 metre yüksekliğinde, saatin ağırlığı 5,5 ton. Çan çaldığı zaman sesi 14 kilometre uzaklıktan bile duyulabiliyormuş. Dört yüzünde bulunan saatlerin her birinin çapı 6,75 metre, yelkovan kolunun uzunluğu bile 4,20 metre. Roma rakamları ile zamanı gösteren rakamlar da  yaklaşık 70 santimetre uzunluğunda. Kulenin en üstte bulunan ışığına kadar olan yüksekliği 107 metre. ‘Büyük’ ismini fazlasıyla hak ediyor değil mi? Peki Big Ben ismi nereden geliyor biliyor musunuz? Bu konuda iki bilgi var, hangisini kabul edeceğinizin tercihi size kalmış. Bunlardan birincisine göre kulenin yapımını bizzat yöneten ve Avam Kamarası’nda “Big Ben” olarak tanınan Sir Benjamin Hall’dan almış adını. Bir diğerine göre de adı o zamanların en ünlü boksörü Ben Caunt’dan geliyormuş. 2012’de kulenin adı Westminster Sarayı Elizabeth Kulesi olarak değiştirildi. Parlamento toplandığı zamanlarda kulenin üzerindeki lamba yakılarak parlamentonun toplantıda olduğu halka duyuruluyor.

Kulenin saati nadiren hata yapmasıyla ünlü. 2. Dünya Savaşı boyunca yakındaki Avam Kamarası bile yıkılırken saat çalışmaya ve vaktinde çalmaya devam etmiş. Saatin mekanizması Edmund Beckett Denison tarafından tasarlanmış. Saatin hızı nasıl ayarlanıyor biliyor musunuz? Çok basit. Sarkacın omzuna küçük penny’ler ekleniyormuş. 

Westminster Abbey Katedrali

11.yüzyıldan beri kraliyet ailesi üyelerinin mezarlarının bulunduğu ve taç giyme törenlerinin gerçekleştiği kilise burası. Ortaçağ mimarisinin en özgün örneklerinden biri. Londra’nın en eski ve en önemli kilisesinde değişik mimari tarzlar var. 1519’da inşa edilen VII. Henry Şapeli ve Chapter House olarak geçen sekizgen oda görülmeye değer. St. Edward’s Şapeli’nde Taç Töreni’nin yapıldığı taht bulunuyor. Binada Şairler Köşesi olarak geçen Poets’ Corner var. Şairlerin şereflendirildiği bu köşenin en ünlü şahsiyeti ise Shakespeare olmuş. Çok sevdiğim bir sözü var Shakespeare’in “Ruh olmayınca söz yükselmiyor göklere.” Yaptığı işte anlam arayan insanlar o işe ruhlarını da katıyorlar. Böyle sanatçıların, bilim insanlarının işleri sonsuza kadar bizimle kalıyor, yolumuza ışık tutuyor.

Burada ilk manastır kilisesi olan Westminster Abbey 11. yüzyılda inşa edilmiş. Bugünkü bina ise 1245 yılında III. Henry döneminde yapılmaya başlanmış. İngiltere’nin en önemli Gotik binalarından biri. 1066’ dan beri V. Edward ve VIII. Edward dışındaki kraliçe ile kralların ihtişamlı taç giyme törenleri burada oluyor. Kraliçe II. Elizabeth’ in taç giyme töreni burada yapılmıştı, oğlu Prens Charles da annesini burada izlemişti. Taç giyme tahtı olarak bilinen ünlü Coronation Chair bu kilisede bulunuyor. 2011 yılında Kate Middleton ile Prens William da bu kilisede evlendi ve tören buradan tüm dünyaya yayınlandı. Prens William, Cambridge Dükü, aynı zamanda Prens Charles ve Galler Prensesi Diana’nın büyük oğlu. Düğünlerine iki bine yakın davetlinin katıldığı söyleniyor. Dünya çapında milyonlarca kişi canlı yayın yapan kanallardan ve youtube’dan bu düğünü izlemişti. Her yıl yaklaşık bir milyon kişi tarafından ziyaret edilen Westminster Abbey’e ziyaret dışında binlerce kişi de ibadet etme amacıyla geliyor.

Kilisenin içinde yaklaşık 3300 kişinin mezarı var. Krallar, kraliçeler, prens ve prenseslerin yanı sıra David Livingstone, Rudyard Kipling, Geoffrey Chaucer, Thomas Hardy, Lord Kelvin, Isaac Newton, Charles Darwin, Charles Dickens gibi birçok ünlü İngiliz yazar, politikacı, asker ve bilim insanının mezarı da burada. Charles Dickens hayranları için Doughty Caddesi üzerinde harika bir Charles Dickens Müzesi tavsiye edebilirim. Burası yazarın Londra’da yaşamış olduğu yer. Büyük Umutlar, İki Şehrin Hikayesi, David Cooperfield gibi pek çok ünlü romanın yazarı bir Noel Şarkısı isimli kitabında şöyle diyor: “Dünyada hiçbir şey gülmek ve iyi huy kadar bulaşıcı değildir.”

Ne güzel değil mi?

Westminster Sarayı

Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası‘ndan oluşan İngiliz Parlamentosu’na ev sahipliği yapan yapı. Sarayın ve bulunduğunuz semtin adı Westminster. Çevrede gördüğünüz binaların çoğu Whitehall‘ da bulunan kamu binaları.

Sarayın en yüksek kulesinin adı Victoria Kulesi. Eğer bu kulenin tepesinde Birleşik Krallık bayrağı göğe çekilmişse politikacıların içeride devlet işleri ile ilgili görüşme yaptığını anlayabilirsiniz. Parlamento tarafından alınan her yasa veya karar Kraliçe II. Elizabeth tarafından imzalandıktan sonra geçerli sayılıyor. Aslında herhangi bir kararı reddetmesi çok olağandışı karşılanabilir çünkü 300 yıldan fazla bir süredir monarşinin hiçbir üyesi parlamentonun kararlarını onaylamamazlık etmemiş.

Sarayın yaklaşık 1100 odası, 100 merdiven çıkışı ve toplamda 4,8 kilometreyi bulan uzun koridorları var. Yapının büyük bölümü 19. yüzyılda yapılmış.

Yüzyıllar boyunca kraliçenin temsilcileri tarafından sağlanmış Westminster Sarayı’nın ve çevresinin kontrolü. Ancak daha sonra kraliyet ile hükûmet bir anlaşma yapmışlar.  Yönetim, 1965 yılında kamaralara verilmiş. Ama hala  bazı özel kraliyet odaları bu özel muhafızlarca korunuyor. 1834 yılında yaşanan bir yangından sonra, parlamento binası 30 yıl boyunca onarılmış ve  eski haline getirilmiş, komplekse Big Ben, Victoria Kulesi, Westminster Salonu ve lobiler eklenmiş.

Saray içerisinde 11 mahkeme salonu, 8 bar, 6 restoran ve ziyaretçilere açık olan küçük bir kafe bulunuyor. Thames Nehri üstüne inşa edilen 2. köprü Westminster Köprüsü. 1862’de yapımı tamamlanan bu köprü Parlamento binası ile uyumlu bir mimaride yapılmış. Köprünün yeşil renkte olması yine uyumlu olması için. Peki, neden yeşil? Çünkü parlamento binası içindeki Avam Kamarası’nın oturduğu banklar yeşil renkte. Avam Kamarası İngiltere’de halk tarafından seçilen milletvekillerinin oluşturduğu yasama meclisi. Nehrin üzerindeki bir sonraki köprü; Lambeth Köprüsü ise kırmızı renkte. O da Lordlar Kamarası’nın oturduğu banklar kırmızı renkte olduğu için kırmızı. Lordlar Kamarası’nda üyelik babadan oğula geçiyor. Avam Kamarası’nın üyeleri ise Parlamento’nun seçilmiş üyelerinden oluşuyor. Parlamento’da 14.30’da başlayan tartışmaları dinleyebiliyorsunuz ama onun için kuyruğa girmeniz gerekiyor.

London Eye

London Eye yani Londra Gözü isimli büyük dönme dolap 2000 yılında milenyumu kutlamak için yapılmış. En yüksek noktası 135 metre. Londra’nın bir diğer çok ünlü yapısı olan Tower Bridge yani Kule Köprüsü’nün yaklaşık iki katı yükseklikte!  Toplam 32 kapsülden inşa edilmiş ve her bir kapsülü, 25 kişilik kapasiteye sahip. Bir turu yarım saat sürüyor. Dolap oldukça yavaş hareket ediyor ve bu sayede yolcular dönme dolabın durmasına gerek kalmadan inip binebiliyorlar. Her gün saat 10.00 ile 21.00 arası çalışıyor. Yükseklik korkunuz yoksa  müthiş bir deneyim. Muhteşem bir Londra manzarasını 135 metreden seyredip şehri keşfedebilirsiniz. Bulutsuz bir günde binilirse 40 kilometre ötesini görmek mümkünmüş fakat Londra’da bulutsuz günler ne yazık ki sık sık görülmüyor. London Eye ilk yapıldığında 2005’e kadar orada tutulup sonra başka bir mekana taşınması öngörülmüş. Fakat öyle ilgi görmüş ki Londra’nın kalıcı yapıtlarından biri olmuş.

Covent Garden

1970’lere kadar toptancı pazarı olarak kullanılan Piazza’nın bulunduğu Covent Garden sokaklarında müzisyenlerin olduğu, açık hava kafelerinde insanların birbirlerini seyrettikleri bir mekan. Şık mağazalar da bu dekora zenginlik katıyor. Ortaçağ’da burası aslında manastır bahçesiymiş, adı Convent Garden’mış. Sebze meyve pazarı olarak kullanılıyormuş. Meydanın adı  da buradan geliyor. 1960 ‘da trafik sorunundan dolayı market şehrin güneybatısına taşınmış fakat 20 sene sonra 1980’de yeni kafeler, publar, küçük dükkanlar ve sanat çarşısı olan Apple Market ile tekrar açılmış. Meydandaki pazar yüzyıllar öncesine ait olsa da tepedeki camdan çatı 1830’da yapılmış ve hala kullanılıyor. Londra’ nın çok ilgi gören sokak gösterilerinin ünlü duraklarından biri Covent Garden. Sokak gösterisi kültürü burada aslında çok uzun zamandır varmış. Günlükleriyle ünlü Londralı bir denizcinin notları sayesinde 1662’de bu meydanda gerçekleştirilen sokak gösterileri olduğu biliniyor. Ayrıca burada gösteriler sergileyen sokak sanatçıları bunları lisanslı yapıyor ve belirli bir zaman çizelgesine uyuyorlar.

Covent Garden’ ın karşı köşesinde yer alan Londra Ulaşım Müzesi’ni, Aziz Paul Katedrali’ni ve Royal Opera House’u Covent Garden Meydanı’nın  etrafında turlarken görebilirsiniz. Londra Ulaşım Müzesi, Londra’nın 200 yıllık ulaşım ağını inceliyor ve geçmişten bugüne olan gelişim sürecini sergiliyor.

Royal Opera House ise Kraliyet Opera ve Balesi’nin merkez binası. Londra’da 1808 ve 1857 yıllarındaki büyük yangınlarda bina hasar görmüş. Bunun üzerine yeniden inşa edilmiş. 1858’de yapılan tasarımda binanın cephesinin, giriş salonunun ve temsil salonunun şekli aynen korunmuş. 1990’lu yıllarda 178 milyon Pound harcanarak bina geniş kapsamda yeniden yapılandırıldı.

Soho

Dünya mutfaklarından farklı lokantaların bulunduğu eski bir göçmen yerleşimi Soho. Semtin bu kozmopolit yapısı 17. yüzyıla kadar uzanıyor. Avrupa ve Asya’nın çeşitli yerlerinden buraya gelen nüfusun kaynaştığı bir nokta. Londra’nın eğlence merkezi olarak da bilinen Soho çok sayıda eşcinsel barı, gece kulübünü, erotik dükkanı ve pub’ ı bünyesinde barındırıyor. Londra’nın müzik ve eğlence merkezi olarak  biliniyor. Tiyatrolar, restoranlar ve barlar ile dolup taşan bir semt kısacası. Soho, Kral VIII. Henry’nin avlanmak için kullandığı toprakların içinde yer alıyor. Avcı bir geyik gördüğünde “tally-ho!” yani ‘hücum!’ diye bağırırmış. Avcının haykırışı “So-Ho!” diye duyulurmuş. Bu yüzden buraya Soho dendiği söylentiler arasında. 1800’lerde Soho Meydanı hayvanların otladığı bir alandan ibaretmiş. Meydanın ortasındaki tahtadan kulübeyi o zamanlarda çiftçiler kullanıyormuş. Ünlü sigara markası Marlboro, Soho’daki Great Marlborough Street’den adını alıyor. Neden mi? Çünkü markanın ilk üretimlerini yapan fabrika burada bulunuyormuş. Marka, maço kovboy imajının aksine başlangıçta kadınlar için üretim yapıyormuş. The Rolling Stones, Led Zeppelin, David Bowie gibi ünlü İngiliz şarkıcı ve gruplar ilk konserlerini The Wardour Sokağı’ ndaki  Marquee Club’ta, Soho’da vermişler. Soho turu bitirip keyifli bir yemekle farklı dünya mutfaklarını denemek için çok uygun bir yer. Çin, Fransız, İtalyan ve Yunan lokantalarıyla değişik kültürlerin ve lezzetlerin kaynaştığı bir yerleşim alanı. Bu kültür zenginliğini görünce aklıma hep çok sevdiğim şu söz geliyor. “Cahiller ayrıştırır, bilgeler birleştirir.” Kültürler farklı olsa da insanlar için bir arada huzurla yaşamak hiç de zor değil. Londra’nın Soho mahallesine komşu, hemen güneyinde Shaftesbury Bulvarı ile sınırlanan ve güneyde ise Leicester Meydanı’na kadar uzanan tipik bir Çin Mahallesi de var. Burası Çin’den gelen göçmenlerin mahallesi ve Londralılardan ziyade turistlerin çok ilgilendiği bir bölge.

Hyde Park

Westminster Abbey civarındaki St. James Parkı ile Hyde Park ve Kensington Bahçelerinin her biri başlı başına bir cennet. Hayran kalmamak elde değil. Hyde Park ve Kensington Bahçeleri olarak iki kısmı bulunan park Serpentine Gölü ile ikiye ayrılmış. Hyde Park’ta Kensington Sarayı, Kraliçe Victoria’nın eşi için yaptırdığı bir heykel ve bir de şelale var. 1536 yılından beri kraliyet parkı olarak kullanılıyor. Hyde Park, 17. yüzyılda halka açılmış, eğlence ve etkinliklerin bol olduğu güzel bir park haline gelmiş. 350 dönümlük yeşil bir alana yayılmış Hyde Park. Parkın ortasındaki yapay göl 1730’larda yapılmış. Burası sadece ruhunuzu dinlendirmek için bir yer değil, yeşilin her tonu ile adeta cennet gibi bir park. Parkta ‘Speakers Corner’ diye bir bölüm de var. Bu bölümde halktan birisi bir tabureye çıkıp düşüncelerini rahatça ifade edebilir, her türlü konuda her türlü görüşünü dile getirebilir. Hyde Park’ın güneydoğu köşesinde yer alan Wellington Kemeri, Napolyon’un  yenilgisine adanmış. Avrupa’nın en büyük bronz zafer takı. Doğu yönündeki sütunlu beyaz yapı ” Bomber Command Memorial” Anıtı. 2012’de tamamlanan eser 2. Dünya Savaşı’nda yaşamını kaybeden 55 bin kişi anısına yapılmış. Prenses Diana için yaptırılan anıt da Hyde Park içerisinde. Alanda anısına bir çeşme var.

Trafalgar Meydanı

Meydanda dört adet aslan heykeli tarafından korunan Nelson Anıtı var. Adını Amiral Horatio Nelson komutasındaki İngiliz donanmasının Fransız ve İspanyol donanmalarını yendiği Trafalgar Savaşı’ndan almış. Meydanı ilk tasarlayan John Nash olmuş ama burası birçok kez yeniden şekillenmiş: 1845’te fıskiyeler, deniz kızı, deniz adamı ve yunus heykelleri inşa edilmiş. Gece hayatıyla ünlü West End bölgesindeki Trafalgar Meydanı’nın bir köşesinde 18. yüzyıldan kalma St. Martin-in-the-Fields Kilisesi var. Trafalgar Meydanı’nda güvercin beslemenin yasak olduğunu biliyor musunuz? Neden mi? Çünkü geçtiğimiz yıllarda güvercinlerin dışkılarının meydanda 140 bin pound’luk zarara yol açtığı saptanmış ve güvercinleri beslemek yasaklanmış. Yasak üzerine güvercinlerin tamamen aç kalacaklarını düşünen protestocuların tepkisiyle 2008 yılına dek sabah 07.30’dan önce meydanda güvercin beslemek serbest bırakılmış. Sonra bu da yasaklanmış. Bu yüzden meydandaki güvercin sayısı 4000’den 200’e inmiş. Trafalgar Meydanı, 1999’dan bu yana güncel sanatın en prestijli programlarından  biri olan “4’üncü Kaide” ye ev sahipliği yapıyor. Meydanda yer alan dört kaideden üzeri boş olan yarışmaya açılıyor. Boş kaideye yarışma sonucu yaklaşık iki senede bir dönüşümlü olarak farklı bir eser yerleştiriliyor. 

DİPNOT

Yazılarımı farklı tarihlerdeki ziyaretlerimin ardından kaleme aldım. Kaçınılmaz olarak güncel birçok bilgi içeriyor ama güncel demek bugünün dünyasında hız ve değişimin eş anlamlısı. Bu nedenle yazılarımı referans alıp seyahat planı yaparken değişken bilgileri  (tarihi mekanları ziyaret, yemek ve konaklama önerileri, ulaşım bilgileri vs.) kontrol etmeyi unutmayın. Ve siz de benim gibi “bilgi paylaştıkça güzel” felsefesine inananlardansanız, yazıları zenginleştireceğini düşündüğünüz detayları iletin.

Yolunuz açık olsun, gezgin ruhunuz hiç yaşlanmasın!

  • İstanbul

    Onda yaşamak yerine onu yaşamak gereken 7 tepeli şehrin; semtlerinden müzelerine, tarihinden camilerine kadar bilinen ve bilinmeyen köşeleri…

  • Türkiye

    Binlerce yıllık kültür hazinesi, medeniyetler beşiği topraklarımızı keşfetmek için kuzeyden güneye, doğudan batıya adım adım yolculuk…

  • Avrupa

    Yılın her dönemi ziyaret edilen ışıltılı başkentler, dünya hazinelerini saklayan müzeler, zarafet ve estetiği buluşturan kültürlerden izler…

  • Amerika & Avustralya

    Her zaman merak uyandıran coğrafyalar ve mesafelere aldırmadan gitmek isteyeceğiniz şehirler…

  • Asya & Afrika

    Doğa harikalarından kültür miraslarına, şaşırtıcı geleneklerden mimari başyapıtlara kadar sayısız hazine…

  • Özel Dosyalar

    Özel günlere ilişkin öneriler, ilginç konulara ilişkin yazılar, farklı coğrafyaları bir araya getiren karma konular…

BUCKINGHAM SARAYI

Kraliyet  Sarayı Buckingham, turistlerin kameralarına en çok konuk olan yerlerden biri. Saat 11.30’da sarayın yakınındaysanız Muhafız Değişim Töreni’ni izleyebilirsiniz. Yarım saat süren törende kırmızı üniformalı, siyah uzun tüylü şapkalı muhafızlar sarayın anahtarlarını devrediyor. İlk olarak Kraliçe Victoria’nın 1837’de kullanmaya başladığı sarayın halkın ziyaretine açık olan kısımlarında odalardan bazılarını ve görkemli giriş merdivenini görebiliyorsunuz. Müzik Odası’nda vaftiz törenleri yapılıyor, Taht Odası’nda kraliçe resmi törenlere katılıyor, Balo Salonu ziyafetler için kullanılıyor, Resim Galerisi’nde ise ünlü sanatçıların tabloları sergileniyor. Sarayın önünde Kraliçe Victoria’nın anıtı var.

Aslında saray 1703 yılında Buckingham Dükü için yapılmış. Sonra Kral III. George tarafından 1761 yılında Kraliçe Charlotte’un evi haline getirilmiş.

1837’den beri Buckingham Sarayı, İngiliz kral ve kraliçelerinin resmi konutu olmuş. Sarayda 52 tane yatak odası, 78 tane banyo, yaklaşık 800 tane aşırı lüks ve gösterişli dizayna sahip oda bulunduğu söyleniyor. Ayrıca sarayın kendine ait sinema salonu, kilisesi ve posta ofisi bulunuyor. Sarayda 600 kişiden fazla çalışan varmış. Aşçılar, temizlikçiler ve bahçevanların yanı sıra sadece sarayda bulunan 350 saatle ilgilen 2 kişi olduğu da söyleniyor. Sarayda her 6 haftada bir temizlenen 760 tane pencere varmış.

Sarayın çoğu özel alandan oluşmakta fakat yaz aylarında gerçekleştirilen izinli turlarla tören ve ziyafet odalarını görmek mümkün.

Kraliçe eğer sarayda ise Royal Standard Flag yani kraliyet bayrağını sarayın tepesinde görüyorsunuz. Bu bayrak dörde bölünmüş şekilde dizayn edilmiş, sarı kırmızı ve lacivert renklerinden oluşan, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Birliği’ni temsil eden bayrak. Bu bayrağı resmi ya da özel herhangi başka bir bina Kraliçe tarafından ziyaret ediliyorsa tepede görmek mümkün. Eğer sarayda önemli olaylar gerçekleşiyorsa asılan bu bayrağın daha büyük boyu göndere çekiliyor. Örneğin Kate Middleton ve kraliçenin torunu Prens William’ın evlendikleri gün ve 2012’de kutlanan kraliçenin tahta çıkışının 60. yıldönümünde bayrağın büyük boyu Buckingham Sarayı’ndan göğe yükselmişti. Kraliçe sarayda bulunmadığı zamanlarda ise Union Jack Flag yani Birleşik Krallık bayrağı direkte oluyor.

1997 yılında hayatını kaybeden Prenses Diana’nın öldüğü gün kraliçe ve aile bireylerinin çoğu sarayda değilmiş.  Dolayısıyla Buckingham Sarayı’nda göğe çekilmiş bayrak yokmuş. Bunun Diana’nın ölümüne karşı saygısızlık olduğunu düşünen magazin basını ve halk tarafından kraliçe kınanmış.. Halkın bu tepkisi sebebiyle kraliçe yeni bir düzen getirmiş. Artık Birleşik Krallık bayrağı kraliçe evde değilken en tepeye, kraliyet aile üyelerinden birisinin ölümünde veya ulusal yas günlerinde yarıya çekiliyor. Örneğin 2005 yılındaki Londra metrosuna yapılan bombalı saldırı ve 2013’te ölen eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher için Birleşik Krallık bayrağı sarayda yarıya kadar çekildi.

Avustralya halen sembolik olarak Kraliçe II. Elizabeth’e bağlı, anayasal monarşi altında parlamenter bir sistemle yönetiliyor. Yani ülkenin devlet başkanı ve kraliçesi de Kraliçe 2. Elizabeth. Avustralya’da kraliçenin hükümetin günlük işleyişinde bir rolü yok. Kraliçe, başbakanın önerisi ile tüm politik partilerden bağımsız hareket eden Genel Vali’yi Avustralya temsilcisi olarak atıyor. Avustralya Parlamento’sunu oluşturacak kişileri kraliçe seçiyor.

İngiltere’de kral veya kraliçenin yönetimde doğrudan söz sahibi olmamasına rağmen mutlaka onaylaması gereken kanunlar da var. Örneğin parlamentonun açılması, yasa tasarılarının kabul edilmesi gibi. Devlet parlamento tarafından yönetiliyor. Kraliçe ise dernek çalışmalarını yürütmekten, törenlerde parlamentonun açılışından ve önemli yabancı misafirlerin ağırlanmasından sorumlu. Ayrıca her yıl temmuz ayında kraliçenin doğum günü için resmi bir tören düzenleniyor.

Buckingham Sarayı’nın önünde Kraliçe Victoria Heykeli’ni görebilirsiniz. Kraliçe Victoria 1837 yılında amcasının ölümü ile 18 yaşında tahta oturmuş. Kocası Prens Albert, Victoria’nın aynı zamanda en büyük destekçisi ve akıl danışmanıymış. Tifo sebebiyle 42 yaşında hayata veda eden Prens Albert’in ölümünden sonra Victoria uzun bir süre yas tutmuş, hayatının sonuna kadar sadece siyah giymiş ve halkın karşısına çıkmayı reddederek devlet işlerini geri plandan yürütmüş. Kraliçe Victoria’nın 9 çocuğundan 8’i diğer Avrupa hanedanlarının üyeleriyle evlenmişler. Günümüzde bile birçok Avrupa monarşileri Kraliçe Victoria’nın soyundan gelen kişilerle yönetiliyor. Viktorya bu yüzden Avrupa’ nın büyükannesi unvanına da sahip. 

DAHASI VAR

Şehir hakkında daha fazlasını öğrenmek için “Londra” ve “Londra Müzeleri” yazılarıma göz atmayı da unutmayın.