KARAKÖY VE AZAPKAPI

KARAKÖY VE AZAPKAPI

Gerçek Bir İstanbullu
Tüm yaşamı boyunca paranın merkezi olmuş ama sadece kazanmamış, kazandıklarından güzellikler de yaratmış. Yüzyıllar boyu liman olduğu için sadece burada yaşayanların değil, gelip geçenlerin de kültürlerinden izler biriktirmiş. 1500’lü yıllarda İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere ev sahipliği yapmış, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı’nın finans merkezi olmuş, 1917 Bolşevik Devrimi’nin uzaklaştırdığı Beyaz Ruslar’a da açmış kapılarını… Telaş içinde koşturan günümüz insanı binalardaki ihtişamı, detaylardaki gizli hikayeleri farkeder mi bilinmez ama Karaköy bakarken görmesini bilen gözler için hazineler saklamış yıllardır sokaklarında…

Galata Köprüsü’nün hemen yanında, kuzeydoğu istikametine doğru uzanan bölge, 19. yüzyılda burada yaşamış Karaim Yahudileri’nden almış adını. Bir başka hikayeye göre ise, Bizans döneminde buraya yerleşen Karay Türkleri’nden dolayı adının “Karayköy” olduğu ve günümüze kadar değişerek “Karaköy” olarak ulaştığı.

Burada sakin sakin yürüyen birilerini görürseniz bilin ki turist, yerli halk yürümek ve koşmak arası bir tempoya ayarlamış adımlarını. Bir zamanlar fahişeleriyle de ünlü olan semt, Necatibey Caddesi ve rıhtım arasında görebileceğiniz çok sayıda unutulmuş kiliseyle donatılmış. Azapkapı, Köprü’yü geçince Haliç’in kıyısına, küçük balık pazarının olduğu yere kurulu. Karaköy ’den Galata’ya uzanan Bankalar (Voyvoda) Caddesi her iki tarafını süsleyen muhteşem 19. yüzyıl yapıları ile o çağa açılan bir kapı izlenimi veriyor gönüllere.

Karaköy tramvayı, yolcularını Galata Köprüsü’nün hemen üstündeki Karaköy Meydanı’nda boşaltır. Trafik kaosunun içine dalmışken bile güzelliğine fark edip hayran kalacağınız Karaköy Palas, 1920’de İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından Bizans, Selçuk ve Osmanlı tarzları karıştırılarak yapılmış. Yüksek bir kaide üstüne oturtulan bina günümüzde Halk Bankası’nın bir şubesi. Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) hocalarından olan mimar Mongeri’nin St. Antuan Kilisesi’ni de yaptığını hatırlatalım. Tam karşıda, Voyvoda Caddesi’nin ana meydana kavuştuğu köşede gördüğünüz süslü bina Nordstern Han’ın mimarı tam olarak bilinmese de, kullanılan usluptan ötürü bir İtalyan, hatta Giulio Mongeri olabileceğini söyleyenler var. 1889 yılında inşa edilen han, sivri kemerleri, bezemeli pencereleri ile Gotik’ten Rönesans’a geçiş döneminin mimari özelliklerini yansıtıyor. Bugün bir sigorta şirketine ev sahipliği yapıyor Nordstern Han. Şirket binanın İstanbul’un yeni nazım planındaki “kültür aksında” yer aldığını görünce giriş katını İstanbulluların sanatla buluşmasını sağlayacak bir mekan olarak düzenlemeye karar vermiş.

Liman Bölgesi
Karaköy vapurlarına doğru ilerlediğinizde, köşede neoklasik uslubun kullanıldığı muhteşem TC Ziraat Bankası binasının önünden geçersiniz. I. Dünya Savaşı’ndan önce Avusturya Bankası’nın olduğu ve 1912 yılında yapılan binanın Haliç’e bakan yüzündeki iki heykel herkesin dikkatini çeker; erkek olanının sanayii, kadın olanınınsa ticareti temsil ettiği ifade ediliyor. Kimileriyse bu heykelleri Tevrat’a dayandırıp erkeğin Hiram Usta, kadının ise Dul Kadın olduğunu ileri sürer. Her iki teorinin sahibi olanlar da, tek bir ortak noktada birleşiyor; o dönemde heykelli binaya izin verilmesinin ilginçliği.. Deniz kıyısında yürürken dünyanın en güzel manzaralarından biri girecek kadrajınıza;  Sarayburnu, Topkapı Sarayı ve Sepetçiler Kasrı. 2008 yılında, iskele kuvvetli fırtınadan batınca geçici bir iskele kurulmuş. Karşısındaki Uğurlu Han, hemen yanındaki Sağlık Merkezi’nin binası gibi, I. Ulusal Mimarlık akımının en güzel örneklerinden biri. Limanın sonunda yer alan akımın üçüncü örneği bu kitap hazırlanırken restorasyona giriyordu.

Limanın en ucundaki Deniz Yolları Binası, Türk Deniz Hatları şirketinin merkezi. 1912 ve 1914 yılları arasında inşa edilen bina üç kat boyunca yükselen sütunçeleriyle dikkat çekiyor. Zemin katında yer alan Tarih ve Sanat Müzesi’nde (Salı, perşembe, cumartesi ve pazar günleri kapalı) model gemiler ve eski teknelerden kurtarılan ögelerin yanı sıra, Diyarbakırlı Tahsin Bey (1874-1937) ve İbrahim Çallı’nın (1882-1960) eserleri de görülebilir. Kilyos’taki can kurtaranları gösteren çizimleri ve cesaretlerinden ötürü Sultan Mehmed V. Reşad’ın onları ödüllendirilmek için yayınladığı fermanını da bulabilirsiniz müzede. 1920’de Amerika’ya sefer yapan ilk Türk yolcu gemisi Gülcemal’den de bazı hatıralar sergileniyor.

Yeraltı Camii
Karaköy ’ün gizli hazinelerinden biri de Yeraltı Camii. Kemankeş Caddesi’nin sıradan dükkanları arasına gizlenmiş caminin yerinde bir zamanlar burada Haliç’e davetsiz misafirlerin girmesini engellemek için konulan zincirin bağlandığı bir kule varmış (Zincir Deniz Müzesi ve Askeri Müze’de görülebilir). İstanbul’un Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra kule yıkılmış ve burası barut deposu olarak kullanılmış. 7. yüzyıldaki Arap kuşatması sırasında Vehb Bin Hüseyre ve Süfyan B. Üyeyne burada şehit düşünce kulenin mahzenlerine gizlice gömülmüşler ve mahzen kapılarının kilitleri eritilmiş. 1640 yılında binanın mahzeninde bu mezarları bulunmuş ve bir türbe inşa ettirmiş. 1757 yılında ise sadrazam Köse Mustafa Paşa bu türbeyi camiye dönüştürmüş. Burada yatan kişilerin tarihi önemi dışında caminin büyük bir mimari özelliği yok.

Türk Musevileri Müzesi
Tünel girişinde köşeyi döner dönmez göreceğiniz Perçemli Sokak’ta ziyaret edebileceğiniz müze (www.muze500.com Cumartesi günleri kapalı) kapılarını eski Zülfaris Sinagog’unda açmış. 17. yüzyılda burada bulunan sinagog, 1890 yılında Kamondo Ailesi tarafından restore edilmiş. 1985 yılında bu çevrede yaşayan cemaatin azalmasından ötürü kapanan sinagog, 2001 yılında müze olarak yeniden açılmış.

Avlusunda “Yükselen Ateş” heykeli karşılayacak sizi. Ülkelerini savunmak için ölen Türk Musevisi askerlerin anısına yapılan bu heykel Nadia Arditti’ye ait. Müzenin ana binası neoklasik görkemi tam anlamıyla yansıtacak şekilde restore edilen bir zamanların ibadet salonunda yer almakta. Tarih bölümünde Kamondo Ailesi hakkında bilgileri bulabilirsiniz. Hemen altındaki bölümde ise çeyiz, evlilik, sünnet gibi bölümlerle Musevilerin sosyal yaşamları anlatılıyor. Sıkı bir güvenlikle korunan müzeye zaman ayırdığınız için pişman olamayacaksınız.

Arap Camii
Tünel’in Karaköy ucundan girişi, Tersane Caddesi olarak devam eden ve Haliç’teki ikinci köprü olan Atatürk Köprüsü’ne bağlanan, Yab S Evren Caddesi’ndedir. İş yerlerinin istilasındaki bölgede, hala uzak geçmişi hatırlatan ve bugün modernlikle içiçe geçmiş birçok esere rastlamak mümkün. Bunlardan en iyilerini Sırmalı Nafe Sokağa doğru yürürken keşfedebilirsiniz. Yolu takip edip sağa döndüğünüzde inanılmaz azametiyle Arap Camii’ne varırsınız. İstanbul’da camiye çevrilen ilk kilisesi olan yapı, 1323-37 yılları arasında yapılmış. Kare şeklinde, üzeri külahlı çan kulesi alışılmadık şekliyle hemen dikkati çekiyor. Yapı; Dominik keşişleri tarafından eski St. Paul Kilisesi’nin olduğu yere yapılmış ve muhtemelen Cenevizliler tarafından da kullanılmış. Kilisede yapılan kazılar sırasında ortaya çıkan Ceneviz mezartaşları Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 16. yüzyılda İspanyol engizisyonundan kaçmayı başarabilmiş Araplar tarafından kullanılmaya başlanan caminin adı da buna bağlı olarak değişmiş.

Karaköy Hanları
Yab. S. Evren Caddesi’nin deniz tarafında Osmanlı’nın erken dönemlerinden kalan iki han var; bunlardan ilki Mimar Sinan tarafından 1544 ve 1550 yıları arasında sadrazam Rüstem Paşa için yaptırılan olağanüstü güzellikteki Rüstem Paşa Hanı ya da diğer adıyla Kurşunlu Han. Sinan’ın bir Ceneviz katedralinin yıkıntıları üzerine inşa ettiği hanın iki avlusu birbirinden, sivri tuğla revakları olan üst kata çıkılmasını sağlayan merdivenle ayrılır.

Biraz ilerde dokuz kubbeli görüntüsüyle yer alan Bedesten ise Fatih Han olarak da bilinir. Han; 15. yüzyılda Fatih İstanbul’u aldıktan sonra yaptırdığı ilk eserlerden biridir.

Azapkapı Camii
Tersane Caddesi’nin sonunda ve kalabalık Atatürk Köprüsü’nün görünmesini nispeten engellediği Azapkapı Camii ve 1733 yılında Sultan I. Mahmud’un annesi Salide Valide Hatun tarafından yaptırılan zarif çeşme semtin görülmezse olmazlarından. Caminin 2005 yılında geçirdiği restorasyon sırasında üç ahşap kubbesi yeniden yapılmış. Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman, III. Selim, III. Murad’ın sadrazamlığını yapmış Sokollu Mehmed Paşa için 1577’de inşa edilen yapı, ilk bakıldığında bağımsız bir cami gibi gözükse de, bugüne ulaşmayan mektep ve iki çeşmeninde dahil olduğu bir külliyenin parçasıymış aslında. Oturtulduğu geniş platformdaki dükkanlar camiye gelir sağlamak amacıyla yapılmış. Revaklı bir koridorla terasın üstünden binaya bağlanan müstakil bir minaresinin olması yapının en ilginç özelliklerinden biri. 1930’larda, cami yeni bir köprü yapımı için yıkılmaktan büyük halk protestoları sayesinde kıl payı kurtulmuş.

Bankalar (Voyvoda) Caddesi
Voyvoda Caddesi; Karaköy’den Pera’ya çıkmak için Tünel’i kullananların kaçırdığı 19. yüzyıla ait muhteşem binaların yer aldığı caddedir. Bu binaların birçoğunun sigorta şirketleri ve bankaların genel merkezine ev sahipliği yapmasından ötürü “Bankalar Caddesi” olarak da anılır. Caddeye ulaşmak için önce doğrudan Galata Kulesi’ne çıkan Yüksek Kaldırım’ın köşesinde yer alan Minerva Han’ı bulmaya çalışın. Sadece dikkatinizi çekecek olan mavi seramikli yüzeyi ve Minerva büstü (Romalılarda zeka tanrıçası) değil. Balkonun yanında meyve taşıyan tombul çocuk heykellerini, zengin kabartmaları ve diğer süslemelerini kaçırmanızın mümkün olmadığı han, 1911-13 yılları arasında mimar Basile Couremenos tarafından yapılmış ve yakın tarihlerde de restore edilmiş.

Bankalar Caddesi, ilk görüşte iki tarafına dizilmiş son derece etkileyici binalarıyla dikkat çeker. 1909 senesinde Giulio Mongeri tarafından tasarlanan Assicurazioni Generali Han ve Pera Palas Oteli’ni de inşa eden Alexandre Vallaury tarafından 1902 yılında yapılan Hezaren Han ilk gözünüze çarpanlardan olacak. 1890 ve 1892 yılları arasında Vallaury, Osmanlı ve Merkez Bankalarına ev sahipliği yapan muhteşem bir bina daha tasarlamış. 1892 yılında hizmete giren bina, Bank-ı Osmani-i Şahane’nin merkezi olmakla kalmamış, bankanın yeniden yapılanma ve piyasaya açılma süreçlerinin de simgesi olmuş.  Günümüzde Osmanlı Bankası Müzesi (her gün açık) olarak kullanılan yapıda bir tarafta bankacılık tarihini ve diğer tarafta da bankacılıkla hiç ilgisi olmayan sergileri inceleme fırsatınız var.

Cadde başkentin Ankara’ya taşınması nedeniyle bugün oldukça sessizleşmiş. Azınlıkların ülkeden ayrılması ve Levent-Maslak bölgesinin İstanbul’un ticaret ve bankacılık merkezi rolünü devralmasıyla durgunluğu daha da artmış.

Bankalar Caddesi’nin ortasındaki Kamondo Merdivenleri Galata Kulesi’ne gitmek isteyenlere kestirme bir yol sağlıyor.

Yüksek Kaldırım
Bankalar Caddesi’nin kuzeyinde Pera’ya doğrudan çıkan ikinci bir cadde daha var. Daha dik bir yol olan Yüksek Kaldırım, önceden 118 basamak ile bugün Galipdede Caddesi’nin olduğu yere bağlanıyormuş. Funikülerin yapılmasıyla birlikte bu caddeden de gelip geçen de azalmış. Geldiğiniz zaman kafanızı kaldırıp yukarı bir bakın, nedenini anlayacak ve füniküleri kullananlara hak vereceksiniz. Burası ilginç dükkanları, arka sokaklarına sıkışmış genelevleriyle her zaman kozmopolit bir bölge olmuş. 1980 ve 1990’lı yıllarda bu genelevleri işleten Matild Manukyan’ın vergi rekortmenliğini elden bırakmamış olması ise ayrı bir ironi. Bugün dükkanlar genellikle eletrikli aletler satıyor, basamaklar yerlerini asfalta bırakmış ve 19. yüzyılda bu semti ziyaret edenlerin anlata anlata bitiremediği renklilik tamamen yok olmuş. Eskiden neye benzediğini daha iyi anlayabilmek için merdivenleri hala duran Hacı Ali Sokağı’nı ziyaret edin.

Yüksek Kaldırım’ın çıkışında karşınıza çıkan Fas tarzı Ashkenazi Sinagogu 1901 yılında eski bir ahşap binanın yerine yapılmış  ve genellikle Rusya’dan kaçan Yahudilere hizmet vermiş.

St. Benoit Lisesi
Kemeraltı Caddesi’nde uzun duvarların ardında L şeklindeki yapı St. Benoit Lisesi’ne ev sahipliği yapıyor. 1427 yılında Benedictin keşişlerinin burada St. Benoit Kilisesi’ni kurduğu zaman yapılmış çan kulesi en göze çarpan özelliği. 1583 yılında Jesuit misyonerleri burada Rum ve Yahudi erkek çocukları için bir okul kurmuşlar. 1773’de Jeusit mezhebi yok olduğunda ise okul Lazarist tarikatına verilmiş. 1839 yılında bir kız okulu, komplekse eklenmiş. 1987’de ise iki bölüm birleştirilmiş ve karma eğitim başlamış. Okul şapelinin olduğu yerde Fransızların Osmanlı’ya gönderdiği birçok elçinin mezarı var, ancak ne yazık ki halka açık değil.

Karaköy’ün Unutulmuş Kiliseleri
Karaköy’ün en bilinen kilisesi olan devasa Surp Krikor Lusaroviç (St. Gregory the Illuminator) Kilisesi ve Tophane Caddesi’nin hemen yanında yer alır. Külah biçimindeki kubbesi ve çıkıntılı kemerleriyle tipik Ermeni kilisesi tarzındaki yapı, acil bir bahar temizliği ve bakıma ihtiyaç duyuyor. Kilise, Ermenilerin araziyi Cenevizlilerden aldığı 1431 yılından beri burada. Bununla beraber ilk yapılan bina 18. yüzyılda arka arkaya gelen birçok yangından zarar görmüş ve 1958’deki yol genişletme çalışmalarında yıkıma uğramış. Şu an gördüğünüz kilisenin yapım yılı, tüm haşmetine rağmen çok geriye gitmiyor; 1966’da yapılmış. Kiliseyi yeniden yapan mimar Bedros Zobyan, Ermenistan’daki Echmiadzin Kilisesi’nin tasarımını kullanmış burada. Çan kulesinin altından geçen yan girişi kullanacağınız kilisede bir önceki kilisenin dekorasyonundan kalani orjinal Kütahya çinilerini görebilirsiniz.

Hemen yakınında Ermeni Katolik Surp Hisus Pirgich (Aziz Kurtarıcı İsa Kilisesi) Kilisesi’ni de gezmenizi öneririz. Kilise 18. yüzyılda Mekhitar isimli keşişin liderliğinde Sivas’tan gelen ve kurtuluşun Roma ile birlikte hareket etmekten geçtiğine inanan bir grup tarafından 1834 yılında inşa edilmiş. 1850 yılından, patrikliğin Beyruta taşındığı 1928 yılına kadar patrikliğie aitmiş kilise Fransızca konuşmayı seçen Ermeni katoliklerin kiliselerinin İtalyan dekorasyon tarzından esintiler taşıması ise gerçekten ilginç.

Arka sokaklarda gezinmeye devam ettiğinizde eninde sonunda yolunuz Aya Nikola (St. Nicholas) Kilisesi’ne çıkar. Üçüncü patrik Papa Eftim III’ün 2002’de ölmesi ve yerine kimsenin geçmemesi üzerine tartışmalı hale gelen Türk Ortodokslarına ait tek kilise olan yapının ilk yapılış tarihi 16. yüzyıla dayanır. Günümüzdeki bina, 19. yüzyılda  Galata’daki en büyük Rum kilisesi, Panaghis Caffatiane olarak 1840’da inşa edilmiş ancak 1924 yılında Papa Eftim tarafından yeni oluşumun merkezi olarak kullanılmaya başlanmış. Halkın ziyaretine açık tek bölümü olan narteksinde göreceğiniz küçük gümüş gemiler, güvenli yolculukları için St. Nicholas’a şükranlarını sunan denizciler tarafından asılmış. Zarif avlusunda ise 19. yüzyıla ait birçok mezartaşını barındırıyor.

Karaköy’ün unutulmuş ibadet yerleri arasında Rus Ortodoks kiliseleri en olağanüstü olanlarıdır aslında. Çatıda yer alan dört kilise Rus hacıların Yunanistan’daki Athos Dağı’na veya Kudüs’e giderken mola verdikleri ve “Podvoriyes” olarak isimlendirilen dinlenme evlerinin üstüne şapel olarak yapılmış. Rahip, şapelin hemen altındaki katta, diğerleri ise daha aşağı katlarda kalırmış. İlk olarak 1870 yılında St. Andrei Podvoriye yapılmış. Onu kısa bir zaman sonra, 1878’de St. Pantaleimon Podvoriye, 1879’da St. İlya (Elijah) Podvoriye ve 1880’de de Triotskoye (Trinity) Podvoriye takip etmiş.  Dördü de yasal olarak Athos Dağı’ndaki Rus Ortodoks Manastırlığı’na bağlı.

Şapeller en yoğun zamanlarını Beyaz Ruslar’ın Bolşevik Devrimi’nden İstanbul’a kaçtığı 1920 ve 1924 yılları arasında yaşamış. En az ikisi canlı mavi renkteki duvarları ve Rus sembolist Mikhail Vasiliyeviç Nesterov (1862-1942) tarzındaki duvar resimleriyle dikkat çekiyor. Dört kiliseden St. Panteleimon çoğu modern Rusların ibadet için seçtiği mekanken, daha yaşlı Beyaz Ruslar hala tercihlerini St. Andrei’den yana kullanıyorlar. Diğer iki şapelse ne yazıkki ihmalin kör kuyularına atılmış.

NASIL GİDİLİR?
Seçenek çok; Sultanahmet ve Kabataş’tan Karaköy ’e tramvaylar çalışıyor. Tünel Meydanı’ndan fünikülere binip de Karaköy ’e inebileceğiniz gibi, Kadıköy veya Haydarpaşa’dan vapura binebilir veya Eminönü’nden Galata Köprüsü’nün yanındaki Azapkapı’ya özel küçük teknelerle geçebilirsiniz.

NEREDE YENİR?
Liman ve köprü boyunca sıralanmış, ucuz balık ekmek satan yerleri deneyebilirsiniz. Yakınındaki balık pazarını unutmayın.

BİLGİ

“Yazılarımı farklı tarihlerdeki ziyaretlerimin ardından kaleme aldım. Kaçınılmaz olarak güncel birçok bilgi içeriyor ama güncel demek bugünün dünyasında hız ve değişimin eş anlamlısı. Bu nedenle yazılarımı referans alıp seyahat planı yaparken değişken bilgileri  (tarihi mekanları ziyaret, yemek ve konaklama önerileri, ulaşım bilgileri vs.) kontrol etmeyi unutmayın. Ve siz de benim gibi “bilgi paylaştıkça güzel” felsefesine inananlardansanız, yazıları zenginleştireceğini düşündüğünüz detayları iletin. Yolunuz açık olsun, gezgin ruhunuz hiç yaşlanmasın!”
  • İstanbul

    Onda yaşamak yerine onu yaşamak gereken 7 tepeli şehrin; semtlerinden müzelerine, tarihinden camilerine kadar bilinen ve bilinmeyen köşeleri…

  • Türkiye

    Binlerce yıllık kültür hazinesi, medeniyetler beşiği topraklarımızı keşfetmek için kuzeyden güneye, doğudan batıya adım adım yolculuk…

  • Avrupa

    Yılın her dönemi ziyaret edilen ışıltılı başkentler, dünya hazinelerini saklayan müzeler, zarafet ve estetiği buluşturan kültürlerden izler…

  • Amerika & Avustralya

    Her zaman merak uyandıran coğrafyalar ve mesafelere aldırmadan gitmek isteyeceğiniz şehirler…

  • Asya & Afrika

    Doğa harikalarından kültür miraslarına, şaşırtıcı geleneklerden mimari başyapıtlara kadar sayısız hazine…

  • Özel Dosyalar

    Özel günlere ilişkin öneriler, ilginç konulara ilişkin yazılar, farklı coğrafyaları bir araya getiren karma konular…

Perşembe Pazarı

Perşembe Pazarı Caddesi, büyük ihtimalle Bizanslılardan Cenevizlilere onlardan da Türklere geçen mimari tarzıyla yapılmış iki katlı tuğla evleri ile bir an için 18. yüzyılda Galata’nın neye benzediğini hatırlatabilecek ender yerlerden biri.

Karaim Yahudileri

Yahudiliği seçmiş tek Türk kağanlığı, Türklerin Oğuz boyundan gelen Hazarların kurduğu devlet, Cumhurbaşkanlığı forsundaki 7. yıldızla temsil ediliyor. Hazar İmparatorluğu’nun dağılmasında sonra çeşitli yerlere göç edenlereyse artık “Karay Türkleri” (ya da Karaim, Karait), konuştukları dilede “Karaim Türkçesi” denmeye başlanmış. Zaman içinde bu söz Yahudi Türkleri anlatan genel bir terim haline dönüşmüş. Rus baskısından kaçanlar İstanbul’a gelince Fatih Sultan Mehmed bu yetenekli yapı ustalarını bugünkü Karaköy ve civarına yerleştirmiş. Harabe halindeki şehrin yeniden inşasında önemli roller üstlenen Karaimlerin yerleşimi daha sonra Hasköy’e kaymış ancak 1918 yangınından sonra buradan da ayrılmışlar. Yeraltı sinagoglarında ibadet eden Karaite Yahudilerine ait görebileceğiniz tek örnek Hasköy’deki Bnai Mikra Sinagogu’dur. 1536 yılında bir restorasyon geçiren sinagog, 1774 yangınından büyük ölçüde zarar görmüş ve 1800 yılında yeniden yapılmış. Bugün az da olsa Hasköy civarında yaşayan Karaimler, 1934 yılında yapılan Türk dili kurultayına Atatürk tarafından davet edilmişlerdi.