23 Mar HİPODROM (AT MEYDANI)
Tarihe İmza Atmak
Bizans döneminin açıkhava stadyumu bugün Sultanahmet Camii’ne komşuluk yapıyor. İmparatorun, karşılaşmaları özel locası olan Kathisma’dan izlediği arena ateşli taraftar tezahüratlarının yanı sıra tarihin akışını değiştiren isyanlara da sahne olmuş. Yaklaşık 2000 yıllık bir öykü bu. Önce yarışların coşkusuna daha sonra infazların dehşetine şahit olan bu meydanda bir tarih yazılmış.
Bizans’tan Osmanlı’ya geçiş döneminde zamanın usta mimarları tarihe imzalarını atarken, bu meydana saygı duymuşlar ve bunu da geçmişin eserlerine dokunmayarak göstermişler. Osmanlı’nın hükümdarlığı sırasında At Meydanı adı verilen Hipodrom, şenliklere ve geçitlere şahitlik etmiş.
Araba yarışları da dahil pek çok spor aktivitesine sahne olan oval Hipodrom’un tarihi 203 yılına, İmparator Septimus Severus’un hükümdarlığına uzanıyor. Büyük Konstantin zamanında alan genişletilmiş ve 480 metreye 118 metre boyutlarına ulaşmış. Bu büyüklüğü insanın gözünde canlandırması zor ama bunu anlayabilmek için yarış arabalarının ve seyircilerin alana girdiği yer olan Kayzer Wilhelm Çeşmesi’nin yanında durun. Önünüzde uzanan alana bakın, şu an meydanın heykeller ve anıtlarla süslenmiş “spina” (yarış pistinin ortasından geçen bölüm) denilen orta kısmındasınız. Bu eserlerden maalesef çok azı günümüze ulaşabilmiş, 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferi sırasında çoğu yağmalanmış. Kutsal amaçla yola çıkanlar dünyanın en güzel şehrine gelince dindarlığı, dürüstlüğü bir kenara bırakmışlar. Çalınan ganimetler arasında, kendinden sonra yapılan eserlere örnek teşkil eden ve Hipodrom’un giriş kapısının üstünde bulunan quadriga (dört atlı araba) da var. Bu eserin bir kopyası Venedik’te Aziz Mark Bazilikası’nın üstünde yer alıyor, orijinali ise Bazilika’nın müzesinde duruyor. Atlardan birinin kopyasını Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesinde görebilirsiniz.
Yarış arabalarının ve sporcuların Bizanslılar döneminde kullandığı yolun güzergahı hiç değişmeden günümüze ulaşmış, tek fark bugün aynı yoldan arabaların geçmesi. Gözlerinizi kapatın ve bu meydanda, şu anki binaların yerine 100.000 seyircinin doldurduğu bir mekanı hayal edin. Destekledikleri yarış arabaları Hipodrom’un etrafında hızla dönerken bu kadar insanın tezahüratını düşünün. Hipodrom’un etrafını çevreleyen duvarı süsleyen revaklar ve sütunlar XVI. yüzyıla kadar buradaymış, daha sonra başka binaları süslemek için yerinden sökülmüş.
İmparator, tüm aktiviteleri hakemi rahatça görebileceği (altında gerekli olduğunda kolayca kaçmasını sağlayacak tünel olan) Kathisma’dan seyredermiş. Toplanan kalabalığın tansiyonunun yükselerek bir taşkınlığa sebep olabileceği düşünülürse, imparator açısından oldukça akıllı bir çözüm. Nitekim bu tür bir olayda, 532 yılında Nika İsyanı’nda etraf kan gölüne dönmüş. Burası ayrıca idamların halka açık yapıldığı yermiş. Bizans kraliyet ailesinden tarihçi Anna Komnena’nın kitabı “Alexiad”da anlattığı gibi Bogomil mezhebi lideri Basil, 1116 yılında meydanda yakılmış. Araba yarışları XIII. yüzyılda sona ermiş ve Hipodrom XV. yüzyıldan itibaren bir harabe halini almış.
1609 yılı ise Sultanahmet Camii’nin yapımına başlandığı yıl. Hipodrom’dan geriye kalan alan cirit oynamak için kullanılmış. Günümüzde parkta görebileceğiniz eserlerin bazıları Hipodrom’un en parlak günlerinden kalma, granit dikilitaş ise muhtemelen Haçlıların götüremeyeceği kadar ağır olduğu için hala yerinde duruyor!
Hipodrom İstanbul’un en önemli eserleriyle çevrili. Bunların içinde Sultanahmet Camii ve şu anda Türk İslam Sanatları Müzesi’ne ev sahipliği yapan İbrahim Paşa Sarayı var. Etkileyici binalar arasında 1909 yılında Vedat Tek tarafından tasarlanan Tapu ve Kadastro Müdürlüğü de bulunuyor. Bir diğeri ise Hipodrom’un en sonunda yer alan ve 1890’larda Raimondo d’Aronco’nun Güzel Sanatlar Okulu ile devlet ofisleri olarak yaptığı bina. Daha sonraları bu yapı Marmara Üniversitesi Rektörlük Binası olmuş. Yanındaki bina ise bir zamanlar Yeniçeri Müzesi olarak kullanılmış. Rektörlük Binası küçük ama içinde hoş bir baskı koleksiyonu ile eski bir hamam var.
Kayzer Wilhelm Çeşmesi
Hipodrom ’un girişinde, Aya Sofya tarafında, Mark Spitta’nın tasarladığı yeşil kubbeli çeşme var. Eser 1898 senesindeki ziyaretinin anısına Kayzer Wilhelm tarafından Sultan II. Abdülhamid’e armağan edilmiş. Kubbenin içinde iki liderin mozaikten yapılma monogramları var. Çeşmenin yerinde eskiden Vakvak Ağacı (meyveleri insan kafatası şeklinde olan cehennemdeki bir ağaca verilen isim) olarak geçen ve 1826’da isyancı yeniçerileri astıkları bir ağaç varmış.
Dikilitaş (Theodosius Sütunu)
Hipodrom ’un ortasındaki granit Dikilitaş M.Ö. 1450 yılında Firavun III. Thutmosis’in anısına yapılmış ve Mısır’ın Antik Çağ kenti Thebes’in karşısına dikilmiş. 390 yılında da İmparator Theodosius emriyle İstanbul’a getirtilmiş. Dikilitaş; imparatora ve çevresindeki insanlara ait kabartmaların bulunduğu mermer bir kaidenin üzerinde yükseliyormuş. Kaidenin üzerindeki kabartmalar mermerden yapıldıkları için bugün oldukça yıpranmış durumda, ama granit çok dayanıklı bir taş olduğundan Dikilitaş’ın üstündeki hiyeroglif yazılar ilk günkü gibi okunaklı. Yüzyıllar içinde zeminin yükselmesiyle mermer kaide derinde kalmış. Burada neden bir Dikilitaş var diye sorarsanız; Hipodromlara dikilitaş yerleştirme geleneği İmparator Augustus’un Roma’daki Circus Maximus Meydanı’na bir dikilitaş koydurttuğu M.Ö. 10 yılına kadar uzanıyor.
Yılanlı Sütun (Burmalı Sütun)
Birbirine dolanmış üç yılanın başının altın bir vazonun üç ayağını oluşturduğu sütun, M.Ö. 478’de Yunan şehir devletlerinin birleşerek Persleri yendiği savaş anısına yapılmış ve Delfi’deki Apollo Tapınağı’nın önüne dikilmiş. Zafer kazanan 31 şehir devletinin adının kazındığı sütunun yenik düşen Perslilerin kalkanlarının eritilmesiyle yapıldığı söyleniyor. 330’lu yıllarda sütunu İstanbul’a getirten İmparator Konstantin sütunu Aya Sofya’nın bahçesine diktirmiş. Sütun daha sonraları Hipodrom’a getirtilmiş ve çeşme olarak hizmet vermesi sağlanmış. Yılan başlarının 1700’lü yıllara kadar yerinde durduğu ama sarhoş bir Polonyalı diplomat (ya da cirit oynayanlardan biri) tarafından parçalandığı düşünülüyor. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sadece başlardan birinin parçası var. Sütun Jason Goodwin’in yazdığı ve XIX. yüzyılda geçen “Yılanlı Sütun” isimli polisiye romanda başrolü oynuyor.
Örme Dikilitaş
İlkine oranla daha kaba bir işçiliği olan ikinci dikilitaş Hipodrom’un güney ucunda yer alıyor. Hakkında çok az şey bilinmesine rağmen Konstantin ya da I. Theodosius tarafından dikildiği sanılıyor. VII. Konstantin Porphyryogenitus (913-59) tarafından üzeri bronzla kaplanmış ama IV. Haçlı Seferi sırasında altın olduğu sanılınca askerler tarafından sökülüp yağmalanmış.
NE YAPILIR?
Her yıl Ramazan ayında Hipodrom’da kurulan küçük ahşap kulübeler, tüm gün oruç tutmuş insanlara değişik yiyecek alternatifleri sunuyor. Ayrıca Ramazan akşamlarına özgü konserler ve eğlenceler de düzenleniyor. Tam bir cümbüş atmosferinin olduğu bu dönemde Hipodrom ’a müthiş bir kalabık hakim. Eserlerin güzelliği ise arada kaybolup gidiyor ne yazık ki! Sultanahmet Şenliği; Gülhane Parkı gibi bir yerde yapılsa, bu güzel park da hareketlenmiş olur bize göre…
Theodosius Sütunu Kaidesi
Kaidenin üstünde imparatorluk locasından yarışı izleyen ve kazanana defne dallarından yapılma taç veren imparator kabartması var. Kaidede ayrıca sütunun dikilişi ve mağlup düşmanların imparatora bağlılıklarını sunması da tasvir edilmiş.
Maviler ve Yeşiller
Bizans’ın ilk yıllarında araba yarışı seyircileri, günümüz Fenerbahçe-Galatasaray taraftarları gibi takımlarına gönülden bağlıymış. En önemli iki gurup, rekabetleri çoğu zaman kontrolden çıkıp tehditkâr boyutlara ulaşan Maviler ve Yeşillermiş. Maviler’in genellikle muhafazakâr orta ve üst sınıftan,Yeşiller’in ise daha radikal alt gelir grubundan insanlar tarafından desteklenmesi bu iki takımın sadece spor değil sosyal ve politik konulara da odaklandığının bir göstergesi. 532 yılında bir gurup, Jüstinyen’in yeğeni Hypatius’u onun yerine “seçmiş” ve günler süren Nika İsyanı başlamış. Karısı Theodora tarafından tahrik edilen Jüstinyen, komutanı Belisarius’u (500-565) Hipodrom’a göndererek 30.000 kişiyi öldürtmüş. Bu olaylar sürerken Aya Sofya, Aya İrini ve Aya Stefanos kiliseleri tamamen yanmış. Jüstinyen isyan bastırıldıktan 40 gün sonra ilk iki kilisenin yerine yenilerini yaptırmaya başlamış. Yarış guruplarının bir daha asla eski güçlerine ulaşmalarına izin verilmemiş.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde araba yarışçısı Porphyrus’un anısına Hipodrom’a dikilmiş olan iki anıtın kaidelerini görebilirsiniz. Birini Maviler, diğerini Yeşiller dikmiş.