20 Mar GÜLHANE PARKI
Bir Ceviz Ağacı
Topkapı Sarayı’nın has bahçelerinden biri olan Gülhane Parkı, geçiridiği bir dizi düzenleme ve restorasyon sonucu kent sakinlerinin temiz hava, ağaç gölgesi ve rengârenk çiçek özlemini gidermek için koştuğu bir mekân haline geldi. İstanbul’un her dem kıymetli mücevherlerinden biri olan parkta, eski çağlardan kalma Gotlar Sütunu gibi anıtlarla geçmişi, güzel manzaralı çay bahçeleri sayesinde de günümüzü yakalayabilirsiniz.
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
Budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz”
Ceviz Ağacı, Nazım Hikmet Ran, 1957
100 bin metre karelik alanıyla Gülhane Parkı, ziyaretçilerine en güzel fotoğraf karelerini nisan ayındaki Lale Festivali sırasında sunuyor. En kalabalık zamanı ise yaz döneminde burada düzenlenen konserler ve diğer aktiviteler sırasında. Kış ve ilkbaharda da çıplak ağaç dalları arasından kül balıkçılı kuşlarının yuvalarını gözlemek mümkün. Parkta görebileceğiniz anıtlar arasında IV. yüzyılın ilk yarısına ait Roma Sarnıcı ve günümüze iyi koşullarda ulaşamayan VI. yüzyıldan kalma St. Paul Yetimhanesi var. Yetimhane XIII. yüzyılda Konstantinopolis Üniversitesi’ne de ev sahipliği yapmış. Parkı çevreleyen duvarlara bitişik olanlar dışında, Eminönü’ne doğru tramvay yolu takip edildiğinde çok değerli anıtlar ve yapıtlarla karşılaşılır.
Gotlar Sütunu
Parkın içinde, Sarayburnu’na hakim tepenin üzerinde, 15 metre yüksekliğinde Korint tarzı başlığıyla dikkati çekiyor. Sütunun üstünde Bizanslı tarihçi Nicephorus Gregoras’ın söylediğine göre, bir zamanlar, Bizans’ın kurucusu olan Byzas’ın heykeli bulunuyormuş. Kaidesinde zorlukla okunan “Gotlara karşı zafer kazanıp dönenlerin anısına” yazısı kafaları karıştırıyor ve bu sütunun, her ikisi de Gotları yenmiş olan iki imparatordan II. Claudius Gothicus (r. 268-70) için mi yoksa şehrin kurucusu Büyük Konstantin (r. 324-337) için mi dikildiği kesin olarak anlaşılamıyor.
İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi (Resimler Adım Adım İstanbul sayfa 56)
Osmanlı döneminden kalma has ahırların restore edilmesi sonucunda ziyarete açılan Müze özel ilgi alanlarına hitap etmesine, müzik, gemicilik, tıp, zooloji ve mimarlık gibi bölümler içermesine rağmen İslam dünyasının tarihteki başarılarını öğrenmek isteyenler için de güzel örnekler sunuyor. Sergilenen eserlerin birçoğu ne yazık ki günümüzde yabancı ülke müzelerinde bulunan orijinallerin kopyaları. Bir kısmı da günümüze ulaşan tasvirleri dikkate alınarak aslına uygun yapılmış. Bununla beraber çok hoş müzik enstrümanlarına da rastlamak mümkün. Nusret Çolpan’ın yaptığı ve tavanları süsleyen çizimleri görmek için bile müzeyi ziyaret edebilirsiniz. Çolpan’ın hoş minyatürlerinin tramvay duraklarını da süslediğini hatırlatıp yolumuza devam edelim.
Müzenin hemen yanında, adına yakışır güzellikteki gül bahçesinde ya da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bitki örtüsünden örnekler sergileyen bahçede keyfinize keyif, hayatınıza pozitif bir yansıma katabilirsiniz. (Perşembe günleri kapalı).
Sarayburnu
Eğer Soğukçeşme Kapısı’ndan girip parkın sonuna kadar yürürseniz Sarayburnu’yla karşılaşacaksınız. Burada, Türkiye’de dikilen ilk Atatürk heykelini de görebilirsiniz. Avusturyalı heykeltraş Heinrick Krippel tarafından yapılan heykelin bulunduğu yerin Atatürk’ün 1919’da Milli Mücadeleyi başlatmak için Samsun’a sefere çıktığı bu yerden onunla aynı ufka bakıyor olmanın hazzını size bırakalım.
Sirkeci tarafına doğru yapacağınız kısa bir yürüyüş sizi Sepetçiler Kasrı’na ulaştırır. Sultanların Boğaz ya da Haliç’e giderken saltanat kayıklarına bindikleri yer olarak da bilinen Sepetçiler Kasrı’nın mevcut hali 1643’te Sultan Deli İbrahim tarafından yaptırılmış. XX. yüzyıla terkedilmiş, harap bir şekilde ulaşan kasır 1980 ve 1990’da olmak üzere iki kez restorasyon geçirdi.
Zeynep Sultan Camii
Ziyaretçiler Gülhane Parkı’na genellikle ya Arkeoloji Müzesi’nden ya da Soğukçeşme Sokağı’nın sonundaki Soğukçeşme Kapısı’ndan girerler. Bu kapının tam karşısında 1760 yılında Sultan III. Ahmed’in kızı Zeynep için inşa edilen Zeynep Sultan Camii’ni göreceksiniz. Cami, sadece kubbesinin altındaki pencerelerin kıvrımlı revakları ile değil yapımında kullanılan ve Bizanslılar zamanından XVIII. yüzyıla kadar ulaşmış malzemesinden dolayı da bir kiliseye benziyor. Laleli Camii’nin de mimarı olan Mehmet Tahir Ağa tarafından Barok tarzında yapılmış caminin hemen arkasında benzer yapısal özellikler taşıyan ve Osmanlılar döneminde ilkokul, günümüzdeyse Türkiye Anıtlar Derneği olarak kullanılan bir bina var.
Caminin önündeki sebil, bugün Gülhane Büfesi olarak hizmet veriyor. Tarihi 1778’lere kadar uzanan ve o dönemde Sultan I. Abdülhamid’in türbesi için yapılan bu çeşme yol genişletmesi nedeniyle Sirkeci’den buraya taşınmış.
St Mary Chalcoprateia Kilisesi
Aya Sofya’ya doğru çıktığınızda, sağ tarafınızda, yaklaşık 450 senesinde eski bir sinagogun bulunduğu yere inşa edilen St. Mary Chalkoprateia (Bakır Pazarı Meryemi) Kilisesi’nin kalıntılarına rastlarsınız. Bir zamanlar içinde kutsal bir emanet olarak Meryem Ana’nın kuşağını barındıran bu kiliseden günümüze sadece çok az bir bölüm ulaşabilmiş. Aya Sofya, 532 yılında Nika İsyanı sırasında yerle bir edildiğinde bir süre için onun yerini almış ve katedral olarak hizmet vermiş.
Cafer Ağa Medresesi
Yolun hemen karşı tarafında hediyelik eşya satan dükkanların arasında pek de göze çarpmayan bir Mimar Sinan eseri var; 1550’li yıllarda, Kanuni Sultan Süleyman’ın hüküm sürdüğü dönemde Topkapı Sarayı’nda baş hadımağası olarak görev yapan iki siyahi kardeş Cafer ve Gazanfer ağalar için inşa edilen Cafer Ağa Medresesi. Medreseyi gezmek için Ottoman Hotel Imperial’in yanındaki kapıdan girdiğinizde sizi çok hoş gizli bir bahçe bekliyor. Günümüzde el sanatı atölyelerine dönüştürülmüş öğrenci odalarını keşfedebilir ya da bir çay molası verebilirsiniz.
Alay Köşkü
Tramvay hattını ve parkın dış duvarını aşağı doğru izlediğinizde, solunuzda 1875 yılında askeri okul olarak yaptırılan, bugünse çocuk mahkemesi olarak hizmet veren heybetli bir konak göreceksiniz. Yolun sağında tam köşede karşınıza sultanların, loncaların kortejlerinin de dahil olduğu resmi geçitleri izledikleri zarif bir tarzı olan Alay Köşkü çıkacak. Evliya Çelebi’nin de anlattığı gibi, bu geçit törenlerinin XVIII. yüzyıla kadar Osmanlılardaki hayatın renkli bir parçası olduğunu öğreniyoruz. Kameriyenin, sultanın yolun karşısında sadrazamın yaşadığı yer olan Bab-ı Âli’de neler olup bittiğini gözleyebileceği şekilde yerleştirilmiş olması ise bir tesadüf değil! Kameriye orijinal olarak Sultan II. Mehmed zamanında yaptırılmış ancak bugünkü görünümüne 1819 yılında, II. Mahmud’un hükümdarlığında kavuşmuş. Parkın içinde girişte, solda yer alan taş rampa ise padişahların köşkün kapısına kadar atla gelmeleri için kullanılmış.
NASIL GİDİLİR?
Sultanahmet’ten veya Sirkeci’den yürüyebilirsiniz. Kabataş’tan kalkan tramvaya da binebilirsiniz.
Bab-ı Âli
Alay Köşkü’nün karşısında 1840’tan kalma Bab-ı Âli (yabancıların verdiği adla Sublime Porte) var. Yüce Kapı anlamındaki bu yerde, günümüzün başbakanı gibi olan sadrazamların çalışma mekanı ve misafirlerini kabul ettiği binalar bulunuyordu. Kendine bir saray yaptırıp buraya 1564’te taşınan ilk sadrazam Sokullu Mehmed Paşa oldu. Zamanla imparatorluk meselelerin tamamı buradan halledilir oldu ve Bab-ı Âli Osmanlı’da hükümete verilen isme dönüştü. Sefirler Osmanlı padişahından ziyade Bab-ı Âli tarafından kabul edilip resmen tanınırlardı. 1839’da sadrazamlar bugün İstanbul Valiliği olan binaya taşındılar ve Bab-ı Âli ismi imparatorluğu temsil etmeye devam etti.
Gülhane Fermanı ya da Reform Çağı
Park Osmanlı tarihinde önemli bir olaya ev sahipliği yaptı. 1839’da Sultan I. Abdülmecid imparatorluğun modernleşmesi ve yeniden yapılandırılmasını hedefleyen ve kısmen de başarılı olan Gülhane (Tanzimat) Fermanı’nı (Hatt-ı Şerif) burada ilan etti. 19. yüzyıl itibariyle bir zamanların güçlü Osmanlı İmparatorluğu zayıflayıp Batılılar tarafından “Avrupa’nın Hasta Adamı” lakabıyla anılmaya başladı. 1839 senesinde Tanzimat Fermanı’yla başlayan dönemde reformcu sultanlar II. Mahmud ve I. Abdülmecid ve sadrazamlar Ali Paşa, Fuad Paşa, Ahmet Cevdet Paşa ve Mithad Paşa farklı uluslardan gelenlerin kendi kendini yönettiği “millet” sistemine son verip imparatorluğu modern çağa taşımayı hedeflediler. Bunun yerine yeni bir bayrak, yeni bir milli marş ve tüm dinlerden erkekler için zorunlu askerlik getirerek gerçek bir Osmanlı kimliğine biçim vermeye çalıştılar. Yenilikçi padişah ve sadrazamlar modernleşme çabalarında sadece kısmen başarılı oldular. Tanzimat çağı 1876 yılında sona erdi.
Gülhane’nin kuşları
İlkbaharda park kuş sesleriyle dolar; kül balıkçılları, kargalar, üveyikler, renkli güvercinler ile yeşil ve kırmızı papağanların cıvıltıları her yanı kaplar.