20 Mar EYÜP
İstanbul’un En Kutsal Türbesi
Haliç’in en ucundaki Eyüp ’te, Türklerin çok iyi bildiği ancak yabancı turistler için pek de tanıdık olmayan bir mabet var; 668-9 yıllarında Emeviler’in İstanbul kuşatması sırasında öldürülen, Hz. Muhammed’in bayraktarı Eyüp Sultan anısına yapılmış bu türbe. Türbenin etrafındaki bölge, camiler, derviş tekkeleri ve zarif işçilikleriyle birer sanat eseri olan mezarlıklarla donatılmış. Ayrıca Eyüp sırtlarındaki romantik yazar Pierre Loti’nin adını taşıyan kahveye arabayla da, yürüyerek de ulaşabilirsiniz. Deniz kıyısında, bir zamanlar Osmanlı ordusu için fes üreten Feshane’yi ziyaret etmeden tamamlamayın turunuzu.
Ebu Eyüp el-Ensari, Hz. Muhammed’in bayraktarı olarak birçok savaşta ona eşlik etmiş ve yıllar içinde de yakın arkadaşı olmuş. İstanbul’un 1453 yılındaki fethinden hemen sonra Fatih Sultan Mehmed’in öğretmeni Akşemseddin’in, el-Ensari’nin mezarının burada olduğunu söylemesi üzerine, Fatih fetihten sonraki ilk caminin buraya yapılmasını ve Eyüp Sultan’a adanmasını emretmiş (Kimi tarihçiler tarafından türbenin zaten burada bulunduğu ve Fatih’in sadece revize ettiğine dair birtakım tezler öne sürülmekte). Cami inşa edildiğinde, bölgenin kutsallığından etkilenen çoğu insan öldükten sonra bu bölgeye gömülmek istemiş, bu nedenle de kendi özel türbelerini inşa etmişler. Böylece bölgedeki mezarlıklar, Osmanlı kaligrafi ve taş oymacılığı sanatlarının en güzel örneklerinin sergilendiği açık hava müzesine dönüşmüş. Cami için seçilen yer, Bizans imparatorlarının taç giyme törenleri için kullandıkları alanmış, aynı gelenek Osmanlı padişahları tarafından da sürdürülmüş; padişahlar Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Bey’in kılıcını burada kuşanırlarmış.
Eyüp Sultan’ın çocukları çok sevdiğine inanıldığı için birçok ebeveyn oğullarını sünnet öncesi buraya getirir. Bu nedenle caminin etrafında, sünnet kıyafetleriyle dolaşan çok sayıda çocuk ve ailesini görebilirsiniz.
Eyüp çok ilginç bir yer; Fransa’daki Lourdes gibi, ilk bakıldığında ana meydanı çevreleyen tezgahlarda satılan dini araç gereçin altında boğuluyormuş hissi verir ama Mihrişah Valide Sultan Külliyesi’nin etrafındaki sokaklara daldığınızda türbeler ve huzur sarar sizi…
Eyüp Sultan Camii
Eyüp’teki birçok cami arasında en önemlisi şüphesiz 1458 yılında Ebu Eyüp el-Ensari’nin gömülü olduğu türbenin olduğu yere yapılan camiidir. Orijinal yapı 1766 yılındaki depremde harap olmuş, bugün gördüğünüz bina ise III. Sultan Selim (1789-1807) döneminde 1800’de yapılmış. Minareler ise Sultan III. Ahmet (1703-30) tarafından ilave edilmiş.
Camiye ulu çınar ağaçlarıyla süslenmiş çifte avludan geçerek girdiğinizde, John Freely ve Hilary Sumner-Boyd’un 1972’de anlattığı, kovuklarında yaşayan topal leylekleri ya da gri balıkçılları artık göremezsiniz ama burayı ziyaret edenlerin beslediği yüzlerce güvercinle karşılaşırsınız. Eskiden padişahların ibadet ettiği yere çıkan merdivenli koridor bugün kadınlara ayrılmış.
Türbe’nin içine çinilerle bezenmiş bir iç avludan girilir. İçerde, Ebu Eyüp el-Ensari’nin mezarı, III. Selim tarafından bağışlanan gümüş bir kafesin arkasındadır. Burası inanalarca çok kutsal bir yer olarak kabul edildiğinden, her gün dua edenlerle dolar taşıyor.
Caminin içi, bal rengi duvarları, deniz görüntüsü veren turkuaz renkli halıları ve devasa avizesiyle mükemmeliyetin simgesi. Caminin külliyesinden geriye sadece hamam kalmış, medrese ve imarethanesi çok yıllar önce yayalara açık Eyüp Meydanı’nı yapmak için yıkılmış. Şimdilerde restore ediliyor.
Türbeler
Eyüp Sultan Camii’nin etrafında pek çok güzel türbe var; bunların içinde Mimar Sinan tarafından 1572 yılında dönemin güçlü sadrazamı için yapılan, muhteşem vitraylarıyla Sokollu Mehmet Paşa Türbesi’ni mutlaka görün. Listenizde olması gereken bir diğer türbe ise tam karşıdaki, yine Sinan tarafından yapılan Siyavuş Paşa Türbesi; sadrazamın bu türbeyi ilk olarak çocukları için yaptırdığı bilinir, bu yüzden Siyavuş Paşa Evladı Türbesi de denilen eserin iç mekan duvarları çini üzerine yazılmış Ayetü’l Kürsi ile çevrelenmiş. Biraz ilerde yer alan yeni restore edilmiş Sultan Mehmed V.Reşad’ın (iktidar dönemi 1909-18) türbesi de ilginizi hak ediyor. Sultan Mehmed V. Reşad Türkiye’de ölen ve buraya gömülen son padişahtır ve türbe, 1. Ulusal Mimari akımının en önde gelenlerinden Kemalettin Bey tarafından yapılan okulun hemen yanındadır. Teoride türbeler pazartesi hariç hergün açık.
Beybaba Sokağındaki mezartaşları arasında, Eyüp Sultan Camii’nin arkasında, Mimar Sinan’ın Ayas Mehmed Paşa (? – 1539) için yaptığı türbe görülmesi gerekenler listenizde mutlaka yer alsın. Uslanmaz bir çapkın olan Paşa’nın adı, Taksim Meydanı’ndan hemen sonraki Gümüşsuyu Caddesi’nin başlangıcındaki bölgede yaşıyor.
Cülüş Yolu
Geçmişte padişahlar Eyüp’e sandallarıyla gelir, Bostan iskelesinden karaya çıkar ve Hüsrev Paşa Külliyesi, Mihrişah Valide Sultan Külliyesi ve Adile Sultan Külliyesi’nin de aralarında olduğu en güzel türbe ve külliyelerle süslenmiş Cülüş Yolu’ndan geçerek Eyüp Sultan Camii’ne giderlermiş. Ne yazık ki, yol ve iskele daha sonraki dönemlerde yeniden düzenlenmiş, bu nedenle günümüz ziyaretçileri olarak, bu görüntüyü sadece muhayyelenizde canlandırmak zorundasınız.
Hüsrev Paşa Külliyesi
Sultan Abdülmecid’in sadrazamı olan Koca Mehmed Hüsrev Paşa (1769-1855), Tunus’a yaptığı seyahat dönüşünde fesi Türkiye’ye getirmesi ve padişah II. Mahmud’u Osmanlı’da türban yerine kullanılması hususunda ikna etmesiyle tanınır. Hüsrev Paşa ayrıca 1826’da yeniçerilerin yerine modern bir ordu kurulması çalışmalarına da katılmış. Türbe, kütüphane ve derviş tekkesinden oluşan külliyesi Cüluş Yolu’nun her iki tarafında yer alır.
Adile Sultan Türbesi
Sultan II. Mahmud’un kızı ve Amiral Mehmed Ali Paşa’nın eşi olan Adile Sultan (1825-1898), olağanüstü süslemeleriyle önemli bir sanat eseri sayılan sebilin de göze çarptığı muhteşem bir türbede yatmakta. İnanılmaz derecede şanssız bir kadınmış Adile Sultan, kocasının, çocuklarının ve kardeşi Sultan Abdülaziz’in ölümüne şahid olmuş. Hayatının geri kalan kısmını da hayır ve din işlerine adamış.
Mihrişah Valide Sultan Külliyesi
Eyüp’teki en büyük külliyelerden biri, 1791 yılında, III. Selim’in Cenevizli annesi Mihrişah Valide Sultan için yaptırılmış. Külliye türbe, okul, sebil ve çeşmelerden oluşuyor. İnsana huzur veren avlusu üç taraftan her sabah fakirlere yemek dağıtan imaretin yer aldığı galerilerle çevrili.
Zal Mahmud Paşa Camii
Eyüp’teki en önemli camilerden biri, belki de ikincisi Mimar Sinan’ın 1570’lerde Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Zal Mahmut Paşa için yaptığı yüksek ve bol pencereli duvarlarıyla, heybetini Haliç’in en uçtaki kıyılarından bile hissedebileceğiniz camiidir. Odalarının çoğu farklı seviyelerde olan külliyenin büyük kısmı; iki medrese ve 1580’de aynı gün ölen Zal Paşa’nın ve eşinin türbesi, günümüze ulaşmıştır. Zal Paşa, ölüm fermanı verildikten sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’yı bizzat boğmuş, bundan sonra da paşalığa yükseltilmiş. Ancak sadrazamlığının bu olayla bağlantısız olarak verildiği düşünülür.
Külliyeyi yukardaki kapıdan terkedecek olursanız, bir 16. yüzyıl eseri olan şirin Silahi Mehmed Bey Mescidi’ni görürsünüz. Mescit; alışılmadık altıgen tuğla ve taştan yapılmış minaresi ve yanı açık bacasıyla dikkat çekiyor.
Şah Sultan Külliyesi
Zal Mahmud Paşa Camii’nin yanındaki bu etkileyici 18. yüzyıl külliyesi, Sultan III. Selim tarafından kızkardeşi Şah Sultan için yaptırılmış. Barok tarzındaki külliye, türbe, sebil ve okul ile giriş yüzeyinde yer alan kuş evlerinden oluşuyor.
Cezari Kasım Paşa Camii
Şah Sultan Külliyesi’nin batısındaki bu küçük camiinin tarihi 1515 yılına dayanıyor. Bir zamanlar Kabe’den getirtilen ve tarihi 1726’ya dayanan, Tekfur Sarayı’ndaki çini mozaiklerinden harika bir panel varmış burada ama ne yazık ki çalınmış ve Türkiye’den kaçırılmış. Ziyaretçiler sadece kopyasını görebiliyorlar.
Feshane
1883’de, Haliç’in güney kıyısında Sultan II. Mahmud’un yeni ordusuna fes üretmek üzere bir fabrika kurulmuş. 1843’de yeniden biçimlendirilen fabrika, 1894’de tamamen elden geçirilmesi için Ermeni mimar Krikor Balyan’a teslim edilmiş. İşlevini 1937’ye kadar sürdüren fabrikanın birçok bölümü, 1986’da tamamen kapatıldığında zaten yıkılmış durumdaymış. Günümüzde bazı geçici sergiler ve fuarlar için kullanılan feshane, Ramazan ayı boyunca bir takım etkinliklere de sahne oluyor. Dünyada, gezi kitaplarının Türkiye bölümleri için aranan uzmanlardan biri olan Jeremy Seal’ın “İkinci vatanım” dediği Türkiye hakkında yazdığı kitaplardan biri de, feshaneyi dekor olarak kullandığı ve değişimleri bu bağlamda anlattığı “Kalbin Fesi” dir (A Fez of the Heart, 1995).
ALIŞVERİŞ
Eyüp Sultan’ın çocukları çok sevdiğine inanıldığı için, etrafta çok sayıda çocuk görebilirsiniz. Bunun doğal bir sonucu olarakta bir zamanlar bu bölgede tahta oyuncak işi oldukça gelişmiş drumdaymış. Ne yazık ki günümüzde bu iş aynı canlılıkla yürümüyor ancak, bazı örnekleri Yıldız’daki Şehir Müzesi’nde görebilirsiniz. Zal Muhmud Paşa Camii’nin zemininde yer alan Eyüp Oyuncakları Atölyesi’nde ise yeniden canlandırma faaliyetlerinin başlamış olması mutluluk verici.
Pierre Loti Kahvesi’nin yanındaki küçük kitapevinde yazarın çalışmalarının kopyalarını ve yine yazarla ilgili resimleri ve hediyelik eşyaları bulabilirsiniz.
NASIL GİDİLİR?
Eminönünden 99 no’lu otobüse binip Eyüp’e gidebilirsiniz ama daha eğlenceli olanı, tekneyle Sütlüce’ye gelmek ve oradan Galata Köprüsü’nü geçmek. Kıyıdan batıya doğru yürüyecek olursanız, Pierre Loti kahvesine teleferikle de çıkabilirsiniz.
Pierre Loti Kimdir?
İsminin üstünde romantizmin bir tül gibi sarıldığı Pierre Loti, İstanbul’a 1876 yılında gelmiş ve zengin bir tüccarın hareminde olan çerkez güzeli Aziyade’yle olan aşk hikayesini otobiyografik bir romanda yazmaya başlamış. Asıl adı Julien Ward olan Pierre Loti (1850-1923), Türk hayranı bir denizciymiş ve dünyanın çeşitli ülkelerine yaptığı seyahatlerde bir dizi kitap yazmış. Fransa Rochefort’taki bir odası camiyi andıran evi, günümüzde müze. Hikayesi, Lesley Blanch’ın “Pierre Loti: Efsanevi Romantikle Yolculuk” isimli kitabında yeniden anlatılmış. Ne yazıktır ki, İstanbul’dayken sık sık uğradığı Rabia Kadın Kahvesi günümüze kadar ulaşamamış.
Fes Olayı
1829’da reformcu padişah II. Mahmud erkeklerin türbanı bırakıp fes giymesi konsunda fetva vermiş. Bundan yüz yıl sonra Atatürk, fesin de zamanını doldurduğuna karar vermiş ve 1925’de şapka kanununu çıkartmış. Bu kanunla erkeklerin batı tipi şapka giymeye başladığı Türkiye’de bugün, turistler ve turizm sanayiinde çalışanların dışında kimse fes giymiyor. Uzun süredir tüm dünyada gündemden düşen şapka ise günümüzde moda olmasıyla birlikte gençler arasında yeniden rağbet görüyor.
Bronz Mürekkep Hokkası
İstanbul’daki bütün camiler kubbelerinin üstünde üç hilal taşır, sadece 18. yüzyılda yapılan Eyüp’teki Defterdar Camii’nde bronz mürekkep hokkası ve kalem vardır. Böylece yüzyıllardır, kurucusu hattat ustası Defterdar Mahmud Efendi’ye bir selam gönderir usul usul, O’nu hafızalarda yaşatmaya çalışır.
Cellatlar Mezarlığı
Osmanlı’da sağır ve dilsiz olan cellatlar, idam edileceklerin rütbesi, konumu, mevkii ve işlediği suça göre değişen usullerde uygularlarmış infazlarını. Halk ise, duygusal etkilerinin yanı sıra İslam dini öldürmeyi yasakladığı için can alan bu kişilerin kendileriyle aynı yere gömülmesini istememiş. Bu nedenle cellatlar için İstanbul’un en ücra köşelerinde mezarlıklar yapılmış ve cellatlar buralara gömülmüş. İstanbul’daki iki cellat mezarlığından birinin Eyüp’te olduğu bilinir. Fransız yazar Pierre Loti’nin şimdilerde müze olan evinin önündeki yoldan yürüdüğünüzde ulaşacağınız Karyağdıbaba Tekkesi’nin biraz ilersindeymiş. Günümüzde normal bir mezarlık olan kabristanda, mezar taşlarına bakarak ayırd edebildiğimiz tek tük cellat mezarına da rastlanır. Burası Selçuk Altun’un “Annemin Öğretmediği Şarkılar” romanında anlatılmaktadır.
“Çatımdan muhteşem bir manzara görülüyor… Eyüp’ün kasvetli sadeliği, ölümsüz ağaçların gizemli derinliğinden mermer beyazlığında yükselen kutsal camileri… ölüler şehrini şekillendiren büyük mezarlıklar.”
Pierre Loti, Aziyade, 1877