20 Mar EMİRGAN
İNCE BELLİ BARDAKTA ÇAY
Emirgan’da tarihi çınar ağaçlarının hükümranlığını ilan ettiği meydanda, Boğaz’a karşı çay içmek apayrı bir keyif. Emirgan Parkı ise ışık oyunları yapan gölün manzarası ve XIX. yüzyıl köşklerinin misafirperverliği ile ağırlıyor konuklarını. İlkbahar geleneksel coşkusunu bir başka sunuyor burada. Rengarenk lalelerle dolan park, tartışmasız İstanbul’un en güzel ve en huzur veren mekanlarından biri.
Emirgan’ın ismi İranlı bir asilzade olan Emir Güne Han’dan geliyor. Emir Güne 1635’teki Revan Seferi sırasında kaleyi Sultan IV. Murad’a savaşmadan teslim etmiş. Sultan tarafından İstanbul’a getirilmiş ve Yusuf Paşa adını almış. Yusuf Paşa’ya, o zamana kadar Feridun Bey Bahçeleri diye anılan 500.000 metrekarelik yeri, günümüzün Emirgan Korusu’nu vermiş. Aynı dönemde yaşayan Evliya Çelebi’nin şiirsel bir dille tasvir ettiği koruda bu iki yakın arkadaş çok uzun bir süre keyifli muhabbetler yapmışlar. IV. Murad’ın ölümünden sonra başa geçen Padişah İbrahim, Yusuf Paşa’yı idam ettirmiş.
XIX. yüzyılda Sultan Abdülaziz koruyu Mısır Hıdivi İsmail Paşa’ya (1830-95) vermiş. İsmail Paşa sahile muhteşem bir yalı yaptırdıktan sonra, koruya da Sarı, Beyaz ve Pembe köşkleri inşa ettirmiş. Mısır’ı yönetirken büyük borçlar yapan İsmail Paşa, 1879’da Fransız ve İngilizlerin baskısıyla alaşağı edilmiş ve hayatının son günlerini Emirgan’da, geçirmiş. 1943’de İstanbul Belediyesi Emirgan Korusu’nu satın alıp burayı halka açık bir park haline getirmiş.
Köşkler
1870’lerde Sarkis Balyan tarafından tasarlanan ve İsviçre şalelerine benzeyen Sarı Köşk günümüzde restoran-kafe olarak hizmet verirken, Neoklasik uslüba sahip Beyaz Köşk yazları kafe olarak kullanılıyor. Dışarıdan bakıldığında Sarı Köşk bir kuş yuvasını andırıyor. Kafe olarak hizmet veren Pembe Köşk parkın en eskisi. Köşklerin üçü de 1980’li yıllarda Türkiye Turing ve Otomobil Kulübü tarafından restore edildi.
Emirgan Meydanı
Boğaz boyunca rastlayacağınız meydanların içinde en davetkarıdır Emirgan Meydanı. Hiç durmayın daveti kabul edin, burası günlük koşuşturmaya ara vermek için ideal bir mekan. Şu anda Tarihi Çınaraltı Kafe olan bina caminin muvakkithanesi imiş ve Beyazıt Kulesi’ni de yaptıran Ağa Hüseyin Paşa tarafından 1844’de inşa ettirilmiş. Bir tabloyu andıran cami ve sekizgen çeşmenin çizdiği tarihi dekorda, yaşlı çınarların gölgesinde, çayınızı yudumlayıp, anılarınızı zenginleştirin.
Hamid Evvel Camii
Daha çok bir evi andıran cami, 1782 senesinde Sultan I. Abdülhamid tarafından yaptırılmış. Karısı da meydandaki çeşmeyi 1783’de inşa ettirmiş. Cami 1838’de II. Mahmud tarafından onartılmış ve bugünkü halini almış. Duvarları taş ve tuğla olan caminin çatısında ahşap malzeme kullanılmış. Tek şerefeli minaresiyle dikkat çeken yapı iki yangın geçirmiş ve tarihi eser hırsızlarının kurbanı olmuş. 2009’da güzel bir restorasyon geçiren caminin yanında bir de Hünkar Kasrı var.
Şerifler Yalısı
Caminin yanında XVIII. yüzyıl eseri, zarif bir yapı olan Şerifler Yalısı bulunuyor. Yalı muhtemelen XVII. yüzyılda, Emir Güne Han’ın Divanhanesi yerine inşa edilmiş. 1945’teki istimlak sırasında Harem kısmı yıkılmış, sahille bağlantısı kesilmiş. Boğaz’ın Avrupa yakasındaki bu en eski yalısı bir zamanlar Mekke Şerifi (Mekke ve Medine’nin yöneticisi) Hüseyin’e(1854-1931) aitti. Şerif Arapları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklandırması karşılığında İngilizler’den kendi krallığını tanımasını istedi. Arabistanlı lawrence ile işbirliği yaptı. Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı. Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı, Hüseyin’in oğullarının yönettiği Arap birlikleri ile de savaştı ve ağır kayıplar verdi. Oğullarından Abdullah 1921’de Ürdün Emiri, diğer oğlu Faysal da Irak Kralı oldu. 1924’te, Türkiye’de halifeliğin kaldırılması üzerine Şerif Hüseyin kendisini halife ilan etti! 1930’a kadar Kıbrıs’ta sürgünde kaldı. Yalıda bezeme sanatının masalsı örneklerini bulmak mümkün. Bina şu anda Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı tarafından ortak olarak kullanılıyor.
Boyacıköy
XVIII. yüzyılda Sultan III. Selim boyama sanatının geliştirilmesi ve ihtiyaç duyulan feslerin yapılması amacıyla Kırklareli’den İstanbul’a getirttiği aileleri Emirgan ve Baltalimanı arasına yerleştirmiş. Boğaz’ın en güzel köylerinden birinin adı o gün bugün Boyacıköy. Arka sokaklardan birine gizlenmiş olan Ermeni kilisesi, Surp Yerits Mangants (Üç Kutsal Çocuk) bir ayazma üzerine 1836 yılında yapılmış. İlk restorasyonunu 1885’de geçirmiş olan kilise, 2004 yılında bir kez daha restore edilmiş. Cemaati çok azalmış, yaklaşık on aile kalmış. Ayin zamanı Feriköy, Bakırköy gibi semtlerden insan getiriyorlar.
Fırın Sokağı’ndaki Panayia Evangelistra (Meryem Ana) Rum Kilisesi 1834’de inşa edilmiş. Kilisenin yan sokağı olan Tebdil Eskisi’nde karşınıza çıkan gözalıcı Rum İlkokulu’nun yapım tarihi ise 1905. O da öğrencilerini yitireli çok olmuş. Okulun sokağı, orijinal parke taşları, ağaçları ve eski ahşap evleri ile eski İstanbul’dan bir resim karesi gibi duruyor. Boyacıköy bizim İstanbul’daki en favori yerlerimizden.
NASIL GİDİLİR?
Emirgân’ı Kanlıca, Çengelköy, İstinye ve aralardaki diğer uğrak noktalara bağlayan vapur seferleri maalesef kısıtlı (www.ido.com.tr). Ulaşım için Kabataş’tan 22 veya 25 RE no’lu, Taksim’den 40, 40T veya 42T otobüslere binip Emirgan’da inebilirsiniz.
NE YAPILIR?
Yıllardır Emirgan Parkı’nda Lale Festivali yapıldı, ancak 2006 yılında İstanbul Belediyesi bu festivali tüm şehre yaymaya ve şehrin ziyaretçilerine, bilinenin aksine, lalenin Türkiye’den Avrupa’ya gittiğini anlatmaya karar verdiler. Lale soğandan çıktığı için batı dillerindeki adı “tulip” ya da “tulpen”in tülbentten geldiği söyleniyor. Her kış milyonlarca lale soğanı dikiliyor. Nisan ortalarında düzenlenen konserler, sergiler ve diğer aktiviteler lalelerin çiçek açtığı zamana denk getiriliyor. Sonuçsa, rengarenk lalelerin süslediği bir şehir.
Eğer lale seviyorsanız festival zamanı Sultanahmet Meydanı, Hıdiv Kasrı ve Gülhane Parkı’ndaki laleleri de ziyaret edin.
Hıdiv İsmail Paşa, Süveyş Kanalı’nın 1871’deki açılışı için Guiseppe Verdi’ye Aida operasını sipariş etmiş.