20 Mar BÜYÜKDERE VE SADBERK HANIM MÜZESİ
Asırlar Sonra Bir Arada
1980 yılında Türkiye’nin ilk özel müzesi, eskiden çok gözde bir sayfiye olan Büyükdere’de açıldı. Vehbi Koç’un eşi Sadberk Hanım’ın yaşamı boyunca topladığı geleneksel el işlerinden oluşan koleksiyonla, Azaryan Yalısı’nda açılan müze, daha sonra XVI. ve XVIII. yüzyıllara ait değerli eşyalar, giysiler ve kumaşlarla genişletildi.
Büyükdere’nin adını aynı isimli koyun girişindeki bir dereden aldığı söyleniyor. Burada denize dökülen Bakla Deresi’nin olduğu yere antik çağlarda “Derin Körfez” anlamını taşıyan “Bathykolpos” denilmiş. I. Haçlı Seferi’ne katılan askerler, 1096 yılında Filistin’e giderken Boğaz’ı geçmeden önce burada mola vermişler. XVII. yüzyılda çoğunlukla Rum ve Ermenilerin yaşadığı bu yemyeşil beldenin nefes kesen güzelliği Evliya Çelebi’nin de gözünden kaçmamış ve ünlü seyyah anılarında burayı detaylarıyla anlatıp tarihe not düşmüş. Bugün yapılaşmanın yoğun olduğu semtteki Rum ve Ermeniler gitmiş, geriye sadece onları hatırlatan kiliseler kalmış. Arka sokaklarına muhteşem ahşap evlerin gizlendiği Büyükdere, yalıların önünden geçen sahil yoluna rağmen Boğaz’ın en cazip köşelerinden biri.
Yaz Sığınakları
Tarabya gibi Büyükdere’de de konsolosluklara ait yazlık binalar var. Sadberk Hanım Müzesi ile Büyükdere’nin merkezi arasında büyüleyici bir binaya rastlarsınız. Neoklasik tarzda yapılmış bir yaz evi olan İspanya Konsolosluğu veya diğer adıyla Ruan do Bulinyi Sarayı Fransisken keşişler tarafından yapılmış. 1783 yılındaki bir kolera salgınından sonra İspanyollara verilmiş. Orijinal bahçesi sahil yolu yapımında istimlak edilmiş. Frensiskenlerin 1866 yılında inşa ettikleri Immaculate Conception (Günahsız Gebelik) Kilisesi biraz ileride, Tarabya’ya giden sahil yolunun hemen arkasında bulunuyor.
Sadberk Hanım Müzesi ’nden Sarıyer’e doğru yürürseniz 1840 yılında General Nikolay Ignatyev için inşa edilen ancak daha sonra Rus Konsolosluğu olarak kullanılan binayı göreceksiniz. Halk arasında “Kurnaz Paşa” olarak ad takılan generalin en büyük arzusu Boğazları Rusya’nın kontrolüne sokmakmış. Bunda başarılı olamadığı için ruhunun hala konsolosluk binasında dolaştığı söyleniyor. Eğer doğruysa bile köşkün terkedilmişliği ve bahçenin bakımsızlığının verdiği üzüntü generalin ruhunun çoktan kaçmasına neden olmuştur. Keşke restore edilse.
Kiliseler
İspanyol Konsolosluğu’nun yanındaki Surp Boğos Kilisesi 1847 senesinde Ermeni Katolik şapeli olarak inşa edilmiş ancak cemaate yetersiz gelmeye başlayınca 1893 yılında Gotik tarzında bir kiliseye çevrilmiş. Biraz içerilere doğru giderseniz, XVII. yüzyıldan kalan Rum kilisesi olan Aya Paraskevi’ye rastlarsınız. Kilise daha önce yapılmış başka bir kilisenin yerine inşa edilmiş. Bugün gördüğünüz yapı daha modern çizgilere sahip ve parke taşlı, ağaçlıklı avlusuyla çok hoş. Kilisenin arkasında bulunan eski Rum İlkokulu öğrenci cıvıltılarından yıllar önce mahrum kalmış. Kaderiyle bir başına, yıkılmayı bekliyor. Okul “Mektep Sokağı” olarak artık sadece tabelalarda yaşıyor.
Müze
Eğer bu küçük ve muhteşem müze (Tel:0212 242 38 13, www.sadberkhanimmuzesi.org.tr, Çarşamba günleri kapalı) Sultanahmet’te olsaydı ziyaretçiler kapıdan taşardı. Ama fazla gelen olmadığından sadece size ait olduğu duygusuyla geziyorsunuz.
Müzeye ev sahipliği yapan ahşap Azaryan Yalısı, XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Parlamentosu mebuslarından Manuk Azaryan Efendi tarafından yaptırılmış. 1950’li yıllarda Koç ailesi tarafından satın alınmış ve uzun yıllar ailenin yazlığı olarak kullanılmış ve Türkiye’nin ilk özel müzesine dönüştürülmüş. Zamanla sergilenen eserlerin sayısı artmış. 1988 yılında yanındaki yalıyı eski haline uygun olarak restore edip müzeye dahil etmişler.
Azaryan Yalısı’nda Türk ve İslam sanatı, Osmanlı’da yaşam gözler önüne serilirken; ikinci bina kronolojik olarak sergilenen arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor. Birinci bölümde sünnet, nişan, lohusa odası, kına gecesi gibi gelenekler canlandırılarak gösteriliyor. Zarif işlemeler, renkli Osmanlı kıyafetleri ve XVIII. yüzyıldan kalan el oyaları, özellikle hercai menekşe şeklindekiler gezenlerin hayranlığını uyandırıyor. Müze, ülkedeki en iyi XVI. yüzyıl İznik çini ve seramik koleksiyonlarından birine de sahip. Boğaz’ın karşı tarafında, Beykoz’daki cam atölyelerinde üretilen cam el sanatlarını görmeden müzedeki gezinizi bitirmeyin. Selçuk, Memluk, Safevi dönemlerinden ve diğer İslam sanatından örnekleri sunan müzede, zaman zaman geçici sergiler de yer alıyor.
Müzenin girişinde solda bulunan Sevgi Gönül kanadında Neolitik çağdan Bizans dönemine kadarki döneme tanıklık etmenizi sağlayacak şahane parçalar var. Burada çivi yazısı tabletlerini, Frigya kaselerini, cam parfüm şişelerini, Roma yağ kandillerini ve para ile mücevher koleksiyonunu görebilirsiniz. Sergilenen eserlerin çoğu Hüseyin Kocabaş tarafından toplanmış. Bu bölümü gezerken kendinizi Frigya, Roma dönemlerinin kudretli asilleriyle sohbet edermiş gibi hissetmeniz işten bile değil.
Sadberk Koç’un kızı Sevgi Gönül’ün çabalarıyla ülkemizden yurtdışına kaçırılan eserlerden bazıları ait oldukları topraklara geri kazandırılıp, müzenin 25. kuruluş yıldönümünde, “Asırlar Sonra Bir Arada” sergisinde sanatseverlerle buluşturuldu.
Sadberk Hanım Müzesi, tüm objelerin son derece zarif bir profesyonellikle sergilendiği, Türkçe açıklamaların yanında İngilizce etiketlerin de olduğu ender müzelerden biri. Bu yüzden yurt dışından gelen misafirlerinize övünerek gezdirebilirsiniz. Müzenin güzel bir dükkanı da bulunuyor.
Seraktar Sadullah Bey’in ortanca kızı olan Sadberk Koç,18 yaşında teyzesinin oğlu Vehbi Koç ile evlenmiş. İyi bir koleksiyoncu olan Sadberk Hanım’ın (1908-73) topladığı tarihi dokumalar ve işlemeler bu müzenin temelini oluşturmuş. En büyük hayali olan müzenin açılması ölümünden sonra gerçekleşmiş.