14 Mar BERGEN
Ansiklopedi gibi adamlar vardır, her şeyi bilen, bir bilgi kaynağı misali insanları aydınlatan. Benim bir Altan Amcam vardı, felsefe mezunu bir bilge. Arada bir beni karşısına oturtur hayata dair paylaşımlarda bulunurdu. Çocuk aklı işte dinleyeceğime tavanı seyrederdim. İlgimin dağıldığını fark ettiğinde ise hemen bir soru sorardı.
Bir keresinde “Say bakalım İstanbul’un yedi tepesini!” demişti. Afallamıştım, hiç düşünmemiştim ki… Devir internet devri de değil ki Google gibi bir arama motoruna bakasın. Çamlıca diye başladım işe. Oysa bu yedi tepe Roma dönemindeki şehre aitti. Birincisinde Topkapı Sarayı, ikincisinde Kapalıçarşı, üçüncüsünde de Sinan’ın şaheseri Süleymaniye Camii vardı.
Sonra Roma’dan başlayarak diğer yedi tepeli şehirleri anlatmaya başladı ve en sonunda da Bergen dedi. “Ama o şarkıcı adı değil mi?” diye bağırdım. Şimdiki nesil bilmez, bizim çocukluğumuzda, kocasının çok sevdiği için suratına kezzap attığı, hatta gene çok sevdiği için sonradan öldürdüğü bir kadın vardı. O olayla kavramıştım millet olarak aşk özürlü olduğumuzu ve sevgi sözcüğünün anlam zenginliğini!
Bize göre kasaba
Bergen’e yıllar önce ilk gittiğimde nüfusu sadece 224 bindi… Zamanla büyüdü de büyüdü. 12. ve 13. yüzyılda Norveç’in başkenti olan şehir, 17. yüzyıla gelindiğinde 15 bin kişilik nüfusuyla İskandinavya’nın en büyük şehriymiş. Başkent Oslo’dan sonra ikinci büyük kent olsa da Türkiye standartlarına göre adeta bir kasaba.
Beyaz Geceler
Bergen küçük ama vızır vızır işleyen uluslararası bir havaalanına sahip. Hatta terminaldeki panoya bakınca Antalya ve Dalaman’a bile uçuşlar görüyorsunuz. Yazın “Beyaz Geceler” dedikleri güneşin her daim gülümsediği günler ilginç. Yatarken sıkıca örtmek lazım perdeleri. 01.30 gibi batan güneş, bir Bizans entrikası çevirip bir saat sonra geri dönüyor!
UNESCO mirası evler
Şehirde her şey limanın etrafında toplanmış ve yürüme mesafesinde. Çiçek ve balık pazarı, bir metropole yetecek kadar mağaza neredeyse yan yana. İki adım attığınızda ise kendinizi UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde yer alan Hansa Birliği’nin ahşap evlerinde buluyorsunuz. Bryggen bölgesinde, Alman tüccarların şehrin ekonomisine hâkim oldukları dönemde yaptırdıkları bu binalar 18. yüzyıla kadar özellikle balık ticaretinin merkezi olmuş. Bugün ise ekonomiye damgasını vuran, Kuzey denizinden çıkarılan petrol.
Kaybolmalık sokaklar
Bir şehri keşfetmenin en güzel yolu sokaklarında kaybolmak, Bergen bu açıdan sürprizlerle dolu bir şehir, çiçeklerle renklendirilmiş ahşap evlerin yer aldığı daracık sokaklar insanı bazen geçmişte bir yolculuğa çıkarıyor. Bu arada şemsiyenizi unutmayın, çünkü senenin 275 günü yağmur yağıyor!
Edvard Grieg
320 metre yükseklikteki Floyen Tepesi şehrin en güzel manzaralarından birine sahip. Tırmanmanıza hiç gerek yok, finiküler var. Bir üniversite ve kültür şehri olan Bergen’in yetiştirdiği en ünlü isim, klasik müziğin olmazsa olmazlarından Edvard Grieg. Sanatçının bugün müze olan Nordas Gölü kıyısındaki o muhteşem manzaralı evi Grieg’e de ilham kaynağı olmuş. Noktürnlerden kreşendolara sıçrayan eserlerini bestelediği bu bölgedeki komşuları pek bir gaddarmış, 1.52’lik Grieg ve 1.42’lik karısı yürüyüşe çıktıklarında, “Troller geldi” diye alay edip gülerlermiş.
Flam Treni
Bergen’e kadar gelmişken Viking gemileri gibi yapılmış ve bütün Norveç’te sadece 30 tane benzeri kalan Fantoft kütük kilisesini gezmeyi ve fiyordları görmeyi ihmal etmeyin. Dünyanın en uzun fiyordu (204 k.m) Sogne ve sizi ona götüren meşhur Flam treni de Bergen yakınlarında…
Aradan yıllar geçmiş, Altan Amca kendini anlamayan insanlar ülkesini terk edip Avustralya’ya yerleşmiş; şimdi ben konuşuyorum, yeni kuşak tavan seyrediyor. Altan Amca’ya bir seferinde aşkın tarifini sormuştum. Uzaklara bakıp iç geçirdikten sonra, “Aşk hüzünle harmanlanmış bir sigara gibidir, bazen keyif verir, bazen öksürtüp boğazını yakar, arada bir de gözünden yaş getirir. Aşk aslında kabullenmek, vazgeçmek ve zamanı geldiğinde limandan ayrılmaktır” demişti. Floyen Tepesi’nden manzarayı seyrediyorum, limandan şehri günübirliğine fethedip de gitmekte olan turistlerle dolu bir gemi ayrılmakta, kafama bir soru takılıyor: “Altan Amca hiç aşık oldu mu?”
NORVEÇ
Norveç’te her şey o kadar güzel ve şiirsel ki kendinizi bir ressamın tuvaline ya da bir şairin şiirine dalmış gibi hissediyorsunuz. Bu kadarla kalsa iyi; kişi başına en yüksek milli gelire sahip ülke. Dünyanın üç numaralı petrol üreticisinde refah düzeyi tavan yapmış, dış borç sıfır, bütçe açığı falan hak getire… Allah’tan bizim gibi ülkeler var da paranın fazlasını kredi olarak dağıtıyorlar! Bu arada her ne kadar Schengen vizesiyle gidilse de Norveç AB’ye üye değil. Biz yıllarca ne kadar uğraştık ama Türkiye’nin yarısı kadar bir ülkede yaşayan Norveç halkı, yapılan referandumlarda “Hayır!” diyerek reddediyor üyeliği. İşin enteresan tarafı ise Avrupa’da Kopenhag kriterlerine en fazla uyum gösteren ikinci ülke olmaları.
TROL MASALLARI
Norveç’te kışın sabah 10 gibi aydınlanan hava, 3’te kararıyor. Yaşamın en büyük motivasyon kaynağı güneş cömertliğini sizden esirgediğinde “Hoş geldin depresyon” durumları… Geceler bu kadar uzun ve karanlık olunca Vikingler’in torunları da masallarda bulmuşlar mutluluğu. Norveçlilerin meşhur Trolleri var. Masallara göre yüksek dağlar, derin vadiler ve ormanlarda yaşayan bu yaratıklar, kimine göre sevimli, bence de bir hayli çirkin. Öyküleri yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa aktarılmış, bugünse hediyelik eşyaları her köşe başında. Trol masallarında, Türk filmleri gibi her şey iyi sonla bitiyor, kötüler cezasını, iyiler de ödülünü alıyor, esas oğlan ise pek bir bilmiş olan Espen Askeladden.